HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


Din eğitimi

İnsan hakları ile ilgili açıklama ve antlaşmaları ihtiva eden belgelerin tamamında din ve düşünce hürriyetine yer verilmiş, düşüncenin hiçbir zaman suç olmayacağı, din hürriyetinin de "inanma, yaşama, açıklama, öğrenme-öğretme, örgütlenme" hürriyetlerini kapsadığı açıkça ifade edilmiştir. Bu belgelerde dini öğrenme, öğretme ve din eğitimi verme hakkı içerik yönünden hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmamış, neleri nasıl ve ne zaman öğretecekleri dindarlara bırakılmış, devlete müdahale hakkı tanınmamıştır. Laik Batı'da devlet okulları yanında vakıfların, kilise gibi dini kurum ve kuruluşların, yerel yönetimlerin her seviyede okul açmaları ve işletmelerine izin verilmiş, mezunların diplomaları tanınmıştır. Bu ülkelerde de dine inananlar ve inanmayanlar, hayatını din kurallarına göre yaşayanlar ve yaşamayanlar vardır. Hem bu çeşitlilik hem de okulların bağlı bulunduğu kurumların, kuruluşların farklı dünya görüşlerine sahip bulunmaları bir bölünme, parçalanma ve tehlike olarak görülmemiş, çoğulcu demokrasi anlayışının gereği olarak kabul edilmiştir. Buralarda devlet, ancak başkalarının hak ve özgürlüklerine karşı tecavüz, kısıtlama, kınama gibi bir durum meydana geldiği, eylem ortaya konduğu zaman harekete geçer ve haksız tasarrufu engeller.
Türkiye'de, Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da farklı kurum ve kuruluşlara bağlı okullar vardı. Cumhuriyet inkılabı bir kültür değişimini öngördüğü ve bunu zorlama ile de olsa gerçekleştirmeyi hedeflediği için bütün okulları bir mercie bağlamayı ve öğretim-eğitim politikasını bu merci vasıtasıyla kontrol etmeyi uygun buldu, 03 Mart 1340 tarihinde Meclisin kabul ettiği "tevhîd-i tedrîsat" kanunu ile bunu sağladı. Kanunun birinci maddesi Türkiye'de mevcut bütün ilmi kurumları ve okulları Milli Eğitim Makanlığı'na bağlıyor, ikinci maddesi şer'iyye ve evkaf bakanlıkları ile özel vakıflara bağlı okulları milli eğitime devrediyor, dördüncü maddesi ise yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere bir ilahiyat fakültesi, din hizmetlerini yerine getirmek üzere memurlar yetiştirmek için de İmam Hatip okulları açma vazifesini yine Milli Eğitim Bakanlığı'na veriyordu. Belli bir süre bu kanun uygulandı, sonra Ziraat, Sağlık Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı gibi kurumlara bağlı okullar açılmaya başlandı, bu uygulama kanunun ruhuna ve maksadına aykırı görülmedi. Önce yalnızca imam ve hatip yetiştirmek için açılan okullara halk fazlaca rağbet edince hem okulların hem de öğrencilerin sayıları arttırıldı; mezunlara, imtihanları kazanmaları halinde başka alanlarda da yüksek öğrenim hakkı verildi. Bu okullarda okuyanlar normal lise derslerini de aldıkları için üniversiteye giriş imtihanlarını kazanmakta ve çeşitli fakültelerde başarı ile tahsil görmekte güçlük çekmiyorlardı. Ayrıca Kur'an okumayı öğrenmek ve genel din bilgisi almak isteyenlere kolaylık sağlamak için Diyanet işlerine bağlı Kur'an Kursları açıldı.
"Eğitim ve öğretimde birlik sağlamak" mânasına gelen "tevhîd-i tedrîsât" adını taşıyan kanununun (ttk) hedefi "duyguda ve düşüncede" tek tip insan yetiştirmekti. Uygulama gösterdi ki bunun için bütün okulların Milli Eğitim'e bağlanması yeterli olmuyordu, bakanlığa bağlı okullarda duygusu, düşüncesi, ideolojisi farklı nice insan yetişmişti, ayrıca demokrasilerde tek tip insandan değil, çoğulcu bir yapıdan söz edilebilirdi, marifet bu çoğulcu yapı içinde birlik ve beraberliği sağlamaktı. Anlaşılan gerçek, yöneticileri yeni bir milli eğitim ve öğretim politikasına götürmesi gerekirken diğer kesim başa dönmeyi, tevhîd-i tedrisatı daha sıkı bir şekilde uygulamayı, farklı düşünce ve alt kültür renklerine hayat hakkı tanımamayı savunur oldular. İmam Hatiplere ve Kur'an Kurslarına reva görülen muamele ise daha başka gerekçelere dayanıyordu.
Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nun anayasaya aykırı sayılarak iptal edilmesinin kanunla engellenmiş olması bunun değiştirilmesine mani değildir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre değiştirilmesi mümkün olmayan maddeler 1, 2 ve 3. maddelerdir. Dünyada olup bitenlere, gelişmiş demokrasilere ve Tevhîd-i tedrîsât kanunu'nun uygulamasından elde edilen sonuçlara bakılarak bu kanunun değiştirilmesi mümkündür, hatta gerekli bile olabilir.
İmam-Hatip okulları, Kur'an Kursları, açıldığı takdirde isteğe bağlı din eğitimi okulları Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'na aykırı mıdır?
İrticayı bahane ederek din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlamayı ideolojik bir takıntı haline getirmiş bazı yorumculara göre bu sorunun cevabı "Evet, aykırıdır" şeklinde veriliyor. Meseleye tarafsız ve ilmî olarak bakan bazı hukukçulara göre de bu okulları devletin açması, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu bir yana laikliğe aykırıdır. Birinci değerlendirmeye katılmamız mümkün değildir; çünkü Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nun 2. maddesi "bilcümle medrese ve mektepler maarif vekaletine devir ve raptedilmiştir" diyor. Kur'an Kursları medrese ve mektep olmadığı için kanunun kapsamına girmez. Birçok kurumun açtığı sayısız kurs vardır; Kur'an Kursları da Diyanete bağlı olarak açılmış kurslardır ve Milli Eğitim'in denetimine tabidir. Halen okullarda mecburi olarak okutulan "din kültürü ahlak bilgisi" dersi dışında kalan ve isteğe bağlı bulunan din eğitimi ve öğretimi anayasanın 24. maddesinde yer almaktadır. Bu eğitim ve öğretimin gerçekleşmesi çeşitli yol ve şekillerde olabilir. Bunlardan birisi de mesela Diyanet'in veya sivil kurum ve kuruluşların açacakları "din eğitimi ve öğretimi okulları"dır. Bu okulları açmaya Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu engel oluyorsa uygun şekilde tadil edilmesi gerekir. İkincisi bu okullar Milli Eğitim'e bağlı olarak açılır, diğer öğretimi aksatmayacak şekilde programlar yapılır ve yürütülür; isteğe bağlı din eğitim ve öğretimi bir anayasal haktır ve gerçekleştirilmesi engellenemez.
İmam Hatip liselerinden mezun olanların yalnızca imam ve hatip olmaları, başka bir yüksek öğrenim görmelerinin doğrudan veya dolaylı bir şekilde engellenmesi Anayasaya, insan hak ve hürriyetlerine aykırıdır. Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu "bu maksatla ayrı mektepler açılacaktır" diyor, bu mekteplerden mezun olanların başka yüksek öğrenim dallarından mahrum edileceklerini söylemiyor. Söylese idi, o'da insan haklarına ters düşerdi ve tadil edilmesi gerekirdi.
Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu veya irticayı bahane ederek, münferit davranışları genelleştirerek din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlamak irticadır, bağnazlıktır, demokrasiye ve insan haklarına aykırıdır; bu sebeple sürdürülemez ve başarılı olamaz. Duyguda düşüncede tek tip insan yetiştirme projesi çağın gerisinde kalmıştır. Gerekli olan ülkenin halkı ve toprağı ile bölünmez bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak ise bunun için vatanı, milleti ve insanı seven, erdemli, çalışkan, insan haklarına saygılı insanlar yetiştirmek yeterlidir. Böyle insan yetiştirmenin en önemli şartı ise, kültür ve eğitim politikasının, bu politikaya uygun programların, millete mal olmuş değerlerle örtüşmesidir, onlara ters düşmemesidir. Bu değerlerin başında din gelir; din ile, dindar ile barışık olmayan projeler başarısızlığa mahkumdur. Dindar ile mürteciyi biribirinden ayırmanın yolu ise kılık, kıyafet, ibadet vb. değildir; başkalarının hak ve özgürlüklerini kısıtlama eylemidir.
Halen ilköğretim okullarında mecburi bir ders olarak okutulan Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersi, milli birlik ve beraberlik için gerekli ve faydalı olmakla beraber bir "İslam dini öğretim ve eğitimi" olarak ele alındığında verilen bilgi eksiktir, öğretenlerin bir kısmı işin ehli değildir, eğitim hiç yoktur. Şimdi bu 3 hususu biraz açalım:
a) Bilgi eksiktir, tam olabilmesi için kitapların, devletin müdahalesi dışında ehliyetli bir heyetin hazırlayacağı programa göre yazılmış olması gerekir.
b) Bu dersi okutanların, bilhassa ilköğretim okullarının 4. ve 5. sınıflarında okutanların çoğu sınıf öğretmenleridir, bu dersi okutmak için yetiştirilmiş değillerdir, bir kısmının inancı ve ameli de İslam ile bağdaşmamaktadır. Bu dersi okutmak üzere öğretmen yetişsin diye İlahiyat Fakültelerinde bir program açılmıştır, fakat YÖK ile M.E. Bakanlığı işbirliği yaparak bu programa yeterli öğrenci almamaktadırlar. Halen İlahiyat Fakültesi mezunu birçok eleman bulunduğu halde bunlar öğretmen olarak tayin edilmemekte, norm kadro bahane edilerek ders, uzman öğretmenlere değil, sınıf öğretmenlerine verilmektedir.
c) Öğretmekle eğitmek birbirinden farklı kavramlar ve eylemlerdir. Özellikle din bilgisi her yaşta verilir ve alınırsa da -diğer birçok alanda olduğu gibi bu alanda da- din eğitiminin her yaşta verilmesi ve alınması mümkün değildir; daha doğrusu bu eğitimin küçük yaşta, 4 yaş civarında başlayarak ömür boyu devam etmesi gerekmektedir. Din yalnızca bir bilgi yığını değildir, o imandır, ibadettir, ahlaktır, hayat tarzıdır, duygudur, alışkanlıktır... Bunların bireye kazandırılması için belli yöntemler ve programlar çerçevesinde yapılan faaliyetler bütünü eğitimdir. 4, 7, 10... yaşında alınması gereken din eğitimini 16 yaşından sonra vermek ve almak ya imkansızdır ve ya zordur. Aslında bu hususu, din eğitimini isteyenler de, engelleyenler de bilmektedirler; engelleyenler "hiç almasın daha iyi" demekte, isteyenler de "küçük iken almazsa sonra alamaz, iş işten geçer" diye istemektedirler. İnsan hakları belgeleri ile bunlara dayalı olarak yapılmış anayasalar, küçüklerin dinini seçme ve bunlara gerekli din eğitimi verme/verdirme yetkisini, velilere verdiğine göre, engelleyenlerin yaptığı hem hukuka, hem de din özgürlüğüne aykırıdır. Yine engelleyenlerin "Büyüdükten sonra dini tanısın, isterse kabul etsin ve yaşasın, istemezse reddetsin" şeklindeki argümanları da samimi ve tutarlı değildir; çünkü Türkiye gibi ülkelerde çocuklar, 16 yaşlarına kadar nötr, din karşısında tarafsız/bilgisiz yetişmiyorlar. Onlara bir şekilde din hakkında bilgi ve kanaat veriliyor, hatta yönlendiriliyorlar. Bir müslüman veli düşünelim, çocuğuna İslam eğitim ve öğretimi vemek istiyor, ama 16 yaşına kadar bunu kendisi, istediği yerde ve istediği şekilde verdiremiyor, okulda da verilmiyor, hatta din hakkında bazı olumsuz, yanlış, tek yanlı... telkinler de söz konusu olabiliyor. Çocuğa namaz ve oruç gibi ibadetlerin eğitimini vermek şöyle dursun, aileden aldığı yarım yamalak eğitimle bunları yapmak isteyen öğrenciler engelleniyorlar; şimdi bu müslüman veli ne yapacak? Çocuk onun mu, başkalarının mı? İşte bizim şekvâmız bununla ilgilidir. Din eğitimini engelleyenler insanları dinden kurtarmak istiyor ve bunun onlara iyilik olduğuna inanıyorlar. Din eğitimi almak, aldırmak isteyen müminler ise insanlar için dinin bir "iki cihanda mutlu olma aracı" olduğuna inanıyor, insanları dindarlaştırmayı onlara yapılacak en büyük iyilik olarak kabul ediyorlar. Taraflardan biri diğerine, mecbur kılarak veya engelleyerek kendi inanç ve arzusunu dayatırsa bu çözümsüzlük demektir. Din eğitimi büyüklerin kendi arzularına, küçüklerin ise velilerine bırakılırsa problem çözülmüş olur. Devletin yapacağı din eğitimi isteyen ve istemeyen vatandaşlarına -her birine istediğini vererek- yardımcı olmaktır.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: