HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


Müzakere süreci

Beklenmedik bir durum karşısındaki şaşkınlık anlaşılır da beklenen durumla karşılaşılınca niçin şaşırıp gürültü yapılır anlamam. Neredeyse elli yıla yaklaşan bir AET, AT, AB maceramız var. Bundan önce 1923 ten itibaren girilen bir yol (çağdaş adı altında Batı uygarlığına geçiş yolu) var, bundan da önce en azından Tanzimat'tan beri üst düzey devlet adamlarının bile seslendirdiği, bununla da kalmayıp hukuk ve devlet teşkilatı gibi bazı alanlarda Batı'dan yaptıkları iktibaslar var. Türkiye, özellikle Avrupa Topluluğu ve Avrupa Birliği aşamalarında bu kulübe girme isteğini sürdürdü, kulübün ne olduğu, oraya girenlerin ne alıp ne verecekleri belli idi. Şimdi milliyetçilerimiz azınlıklar, Kıbrıs ve Ermeni katliamı meselelerini öne sürerek "Hayır" diyorlar. Bunlara, aynı sebepler yanında "hazım ve kısıtlamalar (derogasyonlar)" gibi bir iki maddeyi ekleyerek solcular da katılıyorlar. İslamcı diye tanımlanan kesimden bazı şahıs ve guruplar da daha ziyade din ve kültür alanlarında görülecek zararlar ve kayıpları ileri sürerek birliğe girmeye karşı çıkıyorlar. Bunlar karşı çıkanlar.

AB'ne girmeye taraftar olanlar arasında da ideoloji ve dünya görüşleri farklı kesimler var. Bunların birleştikleri noktalar "hayat standardının yükselmesi, insan hak ve özgürlüklerinin kamil olarak tanınıp uygulanması, eksiksiz demokrasi, bilim, teknoloji ve refahta ilerleme, istikrar..." olarak görünüyor. Girmeyi hayırlı (tercihe şayan) görenler de Türkiye'ye bazı konularda farklı davranıldığının, haksızlık edildiğinin farkındalar, ama bütün bunlara rağmen kazancın kayıptan daha fazla olacağını ve daha önemlisi bu kazancı Türkiye'nin kendi başına veya başka bir kulüp içinde elde edemeyeceği inancını taşıyorlar.

Ben bütün bu tarafları ve düşüncelerini, endişe ve ümitlerini görüp işittikten sonra AB'ne giriş yolunda, aday ülke olmayı geçip üyeliği müzakere eden ülke olma aşamasına gelmenin tarihi olan 3 Ekim'i ne bayram günü, ne de matem günü olarak karşılıyorum. Mesele din ve kültür ise bu alanlarda uğranılan zararların ve kayıpların matem gününü çok daha öncelere götürmek gerekiyor. Mesele bağımsızlık ise bu kavramı yeniden değerlendirmek, hayal dünyasında yaşamamak gerekiyor. Mesele bölünme tehlikesi ise "bu tehlikenin niçin var olduğu, en önemli ilacı birlik ve beraberlik ruhu olduğu halde bu ruhun niçin ve nasıl kaybedildiği veya zayıflatıldığı konusu üzerinde durmak gerekiyor. Mesele Kıbrıs ise tarafları adil ve makul bir çözüme razı edememenin -bizi (elimizi) zayıflatan bağlar ile ilgili- sebepleri üzerinde durmak gerekiyor. Mesele sosyal refah ise bunun için neden başkalarına muhtaç hale geldiğimiz üzerinde düşünmek gerekiyor... Düşünmek ve bilmek gerekiyor ki, bu meselelerimiz vardır ve sebebi de, en iyi çözüm yolu da AB değildir.

Meselelerimizi çözüme kavuşturmak, milletimizin şeref ve itibarını yüksekte tutmak, medeniyetimizi ve temel değerlerimizi korumak için yol ve çare elbette AB'ne girmek değildir. Ama "Nedir" sorusuna verilen milli (milletimizin kahir ekseriyetinin ittifak ettiği, milli bir proje ve hedef haline gelmiş) bir cevabımız da yoktur. Yıllardan beri (bir iki yüz yıldan beri de denebilir) her kafadan bir ses gelmekte, halkımız ve ülkemiz bir sağa bir sola çekilmekte, toplum mühendisliğine soyunanların yapıp ettikleri de meselelerimiz arttırmaktan ve bizi zayıflatmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bizi kültür ve medeniyetimizden söküp başka birine sokmak isteyenler (çareyi bunda görenler) Batı uygarlığını -daha ilerisi demeleri boş laftır- örnek olarak önümüze koymuşlardır. Sıra bu uygarlığın demokrasi kısmına gelince, imtiyazlar, meşru olmayan otoriteler elden gidecek diye yan çizmeye, ne bize ne de özendikleri örneğe benzeyen yollara sapmaya başlamışlardır. Şimdi yapılan ise bu sapmaları düzeltmek, yıllarca önce girilen ve hedefi resmileşmiş bulunan yolda düzgün yürümektir.

AB'ne girmeksizin içinde bulunduğumuz (yukarıda özetlediğimiz) durumun aynen devam etmesine akıl, vicdan ve iman sahiplerinin razı olmamaları gerekiyor. AB'ne girildiğinde ise yolun sonunda nelerin bulunduğu bellidir. Şu anda 15 milyon müslüman bu birliğin içinde yaşıyor. Onların şu anda yaşadıkları problemler ile bizim yaşadıklarımızı mukayese eder, şimdiden bazı tedbirler alırsak zararı azaltabiliriz, hatta mevcut duruma göre daha kazançlı olabiliriz.

7 Ekim 2005
Cuma



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: