HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


Türban mı başörtüsü mü?

Bazı konuları, kelimeler ve kavramlar üzerinde durmadan ve kullandığımız kelime ile ifade etmek istediğimiz mananın -tartışan taraflarca- aynı olup olmadığını tespit etmeden tartışıyoruz ve bu yüzden de kör döğüşü yapıyoruz. Türban konusu da işte böyle bir konu. "Türban ne demektir ve bunun islami başörtüsü ile alakası nedir?", "Türban veya başörtüsü siyasi bir simge midir, yoksa dindar müslüman kadınların Allah emri diye giydikleri bir kıyafet midir?" "Başını örtme hakkını elde eden müslüman kadınlar ve onların erkekleri bunun arkasından şeriat devletinin gelmesini veya ülkede yaşayan bütün kadınların örtünme mecburiyetini talep ederler mi?" Bu üç soruya açık ve ikna edici cevap vermeden başörtüsü meselesinin netlik kazanması ve çözüme hazır hale gelmiş olması mümkün değildir.

Söyleyeceklerimiz tasavvura değil, vakıaya dayansın diye bu konularda farklı düşünenlere bir örnek olarak sayın Uluç Gürkan'ın internet ortamında yayımladığı yazısını ele alabiliriz.

"Türban işin bahanesi. Cumhurbaşkanı Sezer'in sözleriyle "yapay" bir gündem. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, laik ve demokratik özü tartışmaya açılıyor. "Laiklikte fazla ileri gitti" denilen Türkiye'de daha islami bir yapı kurmak isteyenler bu amaçla türbanı özellikle kullanıyor. Bir siyasal simge, bir üniforma olarak yaşamın her alanında türbanı sürekli gündeme taşıyor."

Bu tespitlerin doğru olmadığı açık; "laiklikte ileri giden Türkiye'ye dur diyerek daha islami bir yapı kurmayı" kimler istiyor ve bu istekler, onların hangi söz ve davranışlarından çıkarılıyor? Ortada apaçık duran talep, laikliğin bazı Batı ülkelerinde uygulandığı gibi uygulanmasından ibaret iken buna "daha islami bir yapı kurma" teşhisini (veya adını) koymak keyfidir, delilden yosundur, peşin hükme dayanmaktadır. Laikliğin, din özgürlüğüne zarar vermeyen bir anlayış içinde uygulanmasını isteyenler yalnızca türban üzerinde durmuyorlar (Gürkan'ın haksız bulduğum ifadesi ile türbanı kullanmıyorlar), namaz (özellikle Cuma namazı), oruç (için bazı vakit ayarları), faizsiz işlem, sakal, din eğitimi gibi daha bir çok konuyu dile getiriyor, bu konulardaki haksız ve gereksiz kısıtlamaların kaldırılmasını istiyorlar.

"Türbanın altında var olan "diktacı bir din devleti özlemi" inkar edilemez. Türbanlıların tek tek ortaya çıkıp, "bu benim inancım" demeleri, bu konudaki kaygıları gidermez. Türbanlıların bir kısmı bunu iyi niyetle takıyor olabilirler. Ancak olay bütünü itibariyle siyasi güdümlü bir dava uğrunadır."

Böyle bir iddiada (ağır ithamda) bulunabilmek için şahsın elinde kesin bilgi ve belgelerin olması gerekir. Yapılan araştırmalar, "inancı yüzünden başını örtmek isteyenlerin aynı zamanda dayatmacı bir dini dikta rejimi istediklerini" değil, aksini ortaya koyuyor (Bu yazının sonuna koyduğum TESEV'in araştırmasından alınmış yazıya bakınız). İnsanların "Bu benim inancım" demeleri kaygıları gideremiyorsa başka ne yapabilirler?! "Sana inanmıyorum, ortada kesin bir delil yok ama ben, senin artniyetli olduğuna inanıyorum" diyenleri ikna etmenin yolu nedir? Türkiye'de başını örten kadınların ve kızların kahir ekseriyeti siyasi eğilim ve oy bakımından sağ (bir partiyi değil) partileri tercih ederler; bu partilerin de programları bellidir; öküzün altında buzağı aramanın anlamı var mıdır?

"Sadece üniversite kapıları, devlet kadroları zorlanmıyor. Türbanlıların televizyonlarda yarışma programlarında, hatta mayo defileleri ve rock konserlerinde dahi boy göstermesine dikkat ediliyor. Başında türban olduğu sürece, buralarda ve sokaklarda giyilen ne kolsuz bluzlara, ne de alabildiğine dar pantolonlara karışılmıyor. Kullanılan simgeye, sadece ve sadece türban olarak bakılıyor."

Bu satırları okuyanlar inanırlarsa şuna da inanmış olurlar: Devlet gibi bir gizli örgüt var, türbanı simge olarak kullanmak suretiyle şeriat devletine gitmeyi planlamış, bunun için binlerce kadını ve kızı angaje etmiş, altı kaval olsa bile üstünün şişhane (başının türbanlı) olmasını şart koşmuş, bu yarı açık gülünç yaratıkları toplumun bütün katmanlarına sızdırmış -nasıl müslüman ve nasıl islamcılarsa bunlar- aynı zamanda tesettür emrini de parçalayarak uygulamışlar, buna rağmen müslümanlardan taraftar toplayacaklarına inanıyorlar... Eğer bunlara inanalar varsa kendileriyle türban meselesini tartışmanın faydası yoktur; onlar için gerekli olan tedavidir.

"...Araştırmamız, bu varsayımın doğru olmadığını göstermiştir. Kişilerin ne ölçüde dindar olduklarını, kişisel yaşamlarında dinin gereklerini yerine getirip getirmediklerini irdelediğimiz sorulara verilen cevaplar Türk halkının genelinde dinine bağlı ve inançlı müslümanlardan oluştuğu tezini doğrulamaktadır. Ancak dini inanç ve ibadet halkın büyük bir çoğunluğu tarafından kişisel yaşamla sınırlı görülmekte, dinin kamu yaşamını etkilemesi ve kamu yaşamında daha görünür bir yer edinmesi tasvip edilmemektedir. Örneğin Türk halkının % 67,2'si dinin devlet ve siyaset düzenini yönlendirmesini zararlı bulmakta, buna karşın bu görüşe katılmadığını belirtenler % 16,4 ile sınırlı kalmaktadır. Türk parti sistemi içinde din temelinde politika yapan partilerin olması gerektiğini savunanlar % 24,6 iken bu görüşe karşı çıkanlar % 60,6'dır. Belki daha da önemlisi, laik cumhuriyet projesi büyük çoğunluk tarafından desteklenmektedir. Cumhuriyet devrimlerinin bu ülkeyi ileri götürdüğünü düşünenlerin oranı % 77,3' dır. Bu görüşe katılmayanlar % 8,3 ile sayıca oldukça sınırlı bir karşıt grub oluşturmaktadırlar. Cumhuriyet devrimlerinin temel taşlarından olan Medeni Kanun ilkeleri büyük çoğunluk tarafından desteklenmektedir. Örneğin, Medeni Kanu'nun değiştirilip İslam hukukuna göre erkeğin dört kadına kadar evlenmesini uygun bulunların oranı sadece % 10,7 'dir. İslam Hukukuna göre boşanmayı kabul edenler % 14, kız çocukların mirastan daha az pay almalarını kabul edenler % 13,9'luk kitleler oluşturmaktadır. Zina yapan erkek veya kadınlara Kur'an'a göre ceza verilmesini savunanların oranı % 1,4 gibi çok düşük bir orandır. Bu saptamalarla bağlantılı olarak arştırmanın bir ikinci önemli bulgusu şudur: Yukarıda belirtildiği gibi, Türk halkının çoğunluğunu dinin kamu ve siyaset yaşamı üzerinde etkili olmaması gerektiğini düşünmektedir. Kısaca ifade edilirse, Türk halkı dinin kamu alanında etkin olmasına karşı çıkarken, devletin de kendi inanç ve ibadetine karışmamasını istemektedir. Örneğin, halkın % 42,6'sı bügün Türkiye'de dindar insanlara baskı yapıldığını düşünmekte, bu baskıya örnek vermeleri istedindiğinde baskı yapıldığını düşünenlerin % 64,8'i türban sorununu gündeme getirmektedir. Devlet memuru kadınların ve üniversite öğrencisi kızların isterlerse başlarını örtmelerine izin verilmesi gerektiğini düşünenler % 66,6'dir. "(Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Doç. Dr. Ali Çarkoğlu'nun Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı'nın (TESEV) desteğiyle yürüttükleri araştırmadan).

Öbekten birinin (Sayın Uluç Gürkan'ın) yazdıklarını, öbeğinkini temsil eden düşünce manasında "örnek" alarak başörtüsü meselesini tartışıyoruz.

"Türbanın kadın için haksız ve bir yanı olduğu ortadadır. Kadını eşitlikten uzaklaştırmakta, erkeğin karşısında 'ikinci sınıf insan' kalıbına sokmaktadır. İslamiyet'in insan eşitsizliğine dayalı bir varsayımla kabulü, Kur'an'ın böylesi bir anlayışla yorumlanması akıl işi değildir."

Kadının mutlak manada (kayıt, şart, detay belirtmeden) erkeğe eşit olduğunu söylemek "elmaya armut, tilkiye kurt demek" gibidir; gerçeğe aykırıdır, modaya uymaktan öte bir mana ifade etmez. Ve iyi ki kadın erkeğe eşit değildir, aralarında önemli farklar vardır ve bu farklar sayesinde bir bütünlük oluşmakta, üremeden kültür ve medeniyetin oluşumuna kadar her alanda, iki cinsin -benzerleri yanında farklı da olan- katkıları gerçekleşmektedir. Önemli ve gerçekçi olan mutlak eşitlik değil, eşit olmaları gereken yerlerde ve hususlarda eşitliktir, eşitliğin gerekli olmadığı yerlerde ise dengedir (adalettir); bu da İslam'da mevcuttur.

Kadının başını örtseniz de örtmeseniz de onun kıyafeti farklıdır, tarih boyunca ve bugün kadınlar, erkeklerden çok farklı giyinmektedirler. Neden kaynaklanırsa kaynaklansın bu farklar (farklı giyiniş) kadını erkeğin karşısında ikinci sınıf insan kalıbına sokmuyorsa, farklı giyimin bir parçası olan başörtüsü niçin bunu yapsın!? Başörtüsü "ikinci sınıf insan, esir, köle" sembolü değil ki, bunu giyen öyle kabul edilsin. Başını örten kadın -diğerleri gibi- kimlik, kişilik, belli bir inanç ve dünya görüşüne sahiptir; örtünmeyi de hür iradesi ve tercihi ile yapıyor; asıl "kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapmak" onu örtünmeye veya açılmaya mecbur etmekle olur.

"Bu noktada türbanın, türban takmayanların yaşam biçimlerine karşı bir tehdit oluşturması da özellikle önemlidir. Çünkü türban, yaşam biçimi olarak Tanrı buyruğuna koşutlanmakta, dolayısıyla türban takmayanlar 'inançsız' sayılmaktadır. 'İnanç ancak benim dediğim biçimde yaşanır' denilmekte, bunun tartışılmasına dahi izin verilmemektedir."

Bu cümlelerde temel hüküm "türbanın, onu takmayanlar için tehdit oluşturmasıdır." Bu hükmün/sonucun delillerini tartışalım:

1.Bazıları "para alarak" veya "siyasi simge olarak" örtünüyorlar diyorlarsa da buradaki tesbit yerindedir; türbanın (belli ölçülerde örtünmenin), onu uygulayan büyük kitle tarafından Allah emri olarak kabul edildiği doğrudur.

2. "...dolayısıyla türban takmayanlar 'inançsız' sayılmaktadır" hükmünün İslam'da yeri yoktur; orta yol İslam'ına (ehl-i Sünnet ve cemaate) göre namaz kılmayanlar, alkollü içki kullananlar, başlarını örtmeyen kadınlar... dinden çıkmazlar, inançsız sayılmazlar; onlara günah işleyen müminler olarak bakılır.

3. " 'İnanç ancak benim dediğim biçimde yaşanır' denilmekte, bunun tartışılmasına dahi izin verilmemektedir." Burada da yine vakıaya uymayan, yakıştırmaya dayalı iki hüküm var. İslam'da ictihad vardır, ehli tarafından usulüne uygun olarak yapılan ictihada göre farklı yorumlar ve bu yorumlara göre inancın farklı yaşanması ilk devirlerden beri vardır, yaygın olarak uygulanmaktadır.
"Tartışmaya izin verilmemesi" Türkiye için söylenemez; yıllardan beri bilen bilmeyen, kendisini ilgilendiren ilgilendirmeyen birçok şahıs bu konuları tartışıyor; asker kökenli cumhurbaşkanları bile âyet okuyarak başörtüsü hakkında yorumlar yapıyor. Bu gerçek karşısında "tartışmaya izin verilmemesi" söz konusu edilebilir mi? Eğer yazar, üniversitelerde YÖK ve rektörler, Meclis'te muhalefet gibi başörtüsüne karşı olanların tartışmaya da karşı çıkmalarını ve engellemelerini kastediyorsa tabii bu doğrudur.

"Afganistan'da, İran'da, Suudi Arabistan'da ve daha pekçok ülkede, türban ve kara çarşaf dışındaki giyim tarzına müdahalenin gerekçesi işte bu dayatmacı diktadır. Kamu alanlarının başkaları üzerinde baskı oluşturabilecek türban ve benzeri dini simgelere kapatılması, çağdaş demokrasilerin buna karşı aldığı demokratik bir önlemdir."

Sayın Uluç iki dayatmayı yanyana getiriyor; biri dikta rejimlerinin yaptığı başörtüsü veya çarşaf dayatması, diğeri sözde demokratların yaptıkları başı açma dayatması; bunlardan birincisini kınıyor, demokrasi ve insan haklarına aykırı (bu yönden tehlikeli) buluyor, diğerini ise "demokrasinin kendini koruması için zorunlu bir tedbir" olarak onaylıyor. Saydığı ülkelerdeki diktacı dayatma dinden ziyade geleneğe dayanıyor, buralarda İslam'a ve insana daha uygun rejimleri hakim kılmak için önemli çalışmalar yapılıyor; ama Tunus gibi "bir uçtan öteki uca sıçrayanlar" olduğu gibi Pakistan gibi daha yumuşak geçişleri deneyenler de var. Demokrasi ile yönetilen ve demokrasinin vazgeçilmezleri olarak "insan hakları, hukuk devleti ve halkın iradesi"ne öncelik veren ülkelerde, kamu alanlarında başı açmayı mecbur kılarak demokrasiyi korumaya kalkışmak, onu öldürerek cesedini morgda korumak gibidir. Bir önceki yazımda cevabını verdiğim "...dolayısıyla türban takmayanlar 'inançsız' sayılmaktadır" hükmünden hareket eden Uluç bunun "başkaları üzerinde baskı oluşturacağını", bu gerekçenin de "başı açmayı demokrasi adına dayatmak" için yeterli olduğunu söyleyerek çelişkiye düşüyor. Din özgürlüğü de dahil insan haklarını koruyarak demokrasiyi uygulamanın yolu asla "bir başka baskıcılık" olamaz, olmamalıdır. "Başını açanlar örtenleri gerici, ikinci sınıf vatandaş vb. olarak görüyorlar" diye -başını örtenler aleyhine- bir baskıdan söz etmek mümkün değilse, başını örtenlerin diğerleri üzerinde bir baskılarından da söz edilemez. Eğer bazıları böyle bir baskı hissediyorlarsa çoğulcu sosyal yapılarda buna tahammül etmekten başka çıkar yol yoktur. Birisinin hakkını koruyup diğerini -onun hatırı için- haktan mahrum etmek demokrasinin gereği ve sonucu olamaz.

"Tekrar da olsa üzerinde durulması gereken bir konu da, türbanın geleneksel başörtüsü olmadığıdır. Türkiye'nin İslam kültüründe türban benzeri bir örtünme biçimi ve anlayışı yoktur... Türkiye'nin her yöresinden yüzlerce giysinin resimlerine bakıyorum. Türbana benzer, kadının saçını bütünüyle saklayan tek bir örnek yok."

Uluç siyasete girmiş birisi, Anadolu'yu dolaşmış olması gerekir, resimlere değil de yaşayan örtülü kadınlarımıza baksaydı "saçının bir telini namahreme göstermemek için çırpınan" pekçok kadın görecekti. Saçı göstermemek için kullanılacak giysiye/örtüye gelince, bunun eskiden yeniye, yöreden yöreye, yaştan yaşa... değişmesinden daha tabii ne olabilir!? Köylerimizde ve şehirlerimizde örtünen kızlarımız ve kadınlarımız -bu türban efsanesi uydurulmadan önce de- farklı başörtüleri kullanıyorlardı. "Oyalı da yazma başında, oyaları kaşında" olanlar genç kızlar ve gelinlerdi, tertemiz ve sade başörtüleri de yetişkinlere aitti. Şehirlerde yetişen ve okuyan kızlarımız da kendilerine yakışan başörtü modelleri buldular, birileri çıkıp bunlara "türban" adını verince her şey değişiyor mu? Türbanın ne olduğunu bilmiyorlar mı? Türban olmayan bir giysiye ısrarla türban demenin amacı nedir, bağcıyı dövmek mi? Tarih boyunca başörtülerini incelerseniz birçok farklı çeşit görürsünüz, bunların hepsi bir anda ortaya çıkmamıştır, her "yeni şekil" ortaya çıktığında "bu eskiden yoktu, simgedir, bid'attır, baskıdır" diyen olmadı, çağdaş olduklarını söyleyenler eskiler kadar bile müsamaha sahibi olamıyorlar, yazık!

"Çözüm bu geleneğe uymayı ve türbanı "dayatmacı bir dini simge" olmaktan çıkarmayı gerektirir. Türbanın başkaları için bir tehdit olarak görülmediği, yakın çevremizdeki diktacı dini rejimlerin kör karanlığına düşme korkusunun yaşanmadığı bir Türkiye'de, kimse kimsenin ne giydiğine bakmaz. Türban konusunda kalıcı bir toplumsal uzlaşma, ancak bu ortam gerçekleştiğinde sağlanır."

"Geleneğe uyma adına" bir çeşit başörtüsünü dayatmak akıl işi değildir. Başörtüsü "başkaları için bir tehdit unsuru" olmamalıdır ve örtenlerin böyle bir niyetleri de, ima eden davranışları da yoktur. Karşı tarafı korkusundan/evhamından kurtarmak için daha ne yapılsın, daha ne kadar beklensin, bekletmeye kimin ne hakkı olabilir, hakkı olmadan bekletenlerin demokrasi, din özgürlüğü ve hukuka bağlılıkla alakaları hangi düzeydedir?

Gelin ipe un sermeyi bir yana bırakın, anlamsız ve dayanaksız korkularınızdan kurtulun ve şu yarayı milletçe birlikte saralım!

17-24 Temmuz 2005



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: