HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


YEDİNCİ BÖLÜM

DİN-DÜNYA-DEVLET-SİYASET İLİŞKİSİ

İslam ve demokrasi

Bazı olaylar karşısında insan "nereden nereye geldik, kim bilir daha nerelere gideceğiz" demekten kendini alamıyor. Belki on yıl kadar geçti, bir tv yorumunda Engin Ardıç, "Beyler, eğer gerçek demokratlar iseniz sandıktan şeriat çıksa onu da kabullenmek zorundasınız" demişti. Geçen günlerde yaptığı bir konuşmada Cumhurbaşkanı, bırakın sandıktan çıkacak "siyasal İslam"ı kabullenmeyi, laik-demokratik bir düzende "ılımlı İslam"a imkan verilmesine bile karşı çıkıyor, onun arkasından radikal İslam'ın gelmesi tehlikesinden söz ediyordu. Bu mantığa göre İslam, mümkün olduğu kadar özel (ortalıkta görünmez) alanlara itilmeli ve zaman içinde iyice zayıflatılmalıdır.

Bugünkü Başbakan İstanbul belediye başkanı olunca malum çevreler derhal harekete geçerek sokakta bir şayia yaydılar: "Bundan (İstanbul'da Müslümanların kısmi iktidarlarından) sonra artık, kılık kıyafet ve davranış bakımından İslam'a uymayanlara kamusal alanda hayat yok, otobüsler kadın erkek olarak ayrılacak, açık gezenlere jilet atılacak...". Bu yalancının mumu bir hafta bile yanmadı, Müslümanlar (kendilerini böyle tanımlayan ve İslam'ı hayatlarında uygulamayı amaç edinenler) demokratik bir yönetimde iktidara geldiklerinde, onlardan insanlara yalnızca iyilik ve hizmetin geleceği tecrübe ile sabit oldu ve anlaşıldı.

Bugün hangi Müslüman'a sorsanız "saltanatın, istibdadın, tek kişinin veya heyetin keyfi yönetiminin başa geçmesini, iktidar olmasını" istemediği ve bunu İslam'a aykırı gördüğü cevabını alırsınız. Çünkü İslam istibdadı ve saltanatı reddeder, yönetenleri, yönetilenlerin seçmesini ve denetlemesini ister, halifeden gece bekçisine kadar herkesi bağlayan hukuk ve bunun, anayasa gibi bağlayıcı çerçevesi (Kur'an) vardır; hiçbir fert ve grup hukukun dışına çıkamaz, gücüne dayanarak imtiyaz elde edemez. Bir İslam toplumunda inanmayanlar veya farklı inananlar da olabilir, onların da temel insan hakları korunur, başkalarının ve çoğunluğun hak, özgürlük ve değerlerine zarar vermedikleri sürece hiçbir kısıtlama söz konusu olmaz. Bu tanım çerçevesinde oluşacak bir düzene bugün "radikal veya siyasal İslam" demek moda oldu, ama bunun nerede bittiği, ılımlının nerede başladığı o kadar açık değil.

Türkiye'de siyasal İslam'ın iktidarından söz bile edilemiyor. Laik-demokratik düzende Müslümanların din özgürlüklerini -başkalarına zarar vermedikçe- daha geniş alanlarda ve çerçevede kullanabilmeleri manasına gelen bir laiklik anlayışı ve uygulaması da tehlikeli bulunuyor. Böyle düşünenler, baskı, haksız kısıtlama ve ayrımcılık düzenini böylece sürdürmek isteyenler yetkiyi halktan almıyorlar, kendileri karar veriyor ve "güçlerine" dayanarak dayatıyorlar, sürdürüyorlar. Öyle ki, AB'ye girildiği takdirde orada din özgürlüğü biraz daha geniş olabilir ve bu sebeple ülkede ılımlı İslam'a yol açılır diye (bunu ileri sürerek) AB'ye girmeye soğuk bakıyor, cephe alıyor ve olmasın diye mücadele ediyorlar (edenleri var).

Türkiye'de durum bu. Peki dünyada İslam'a (ılımlısına ve siyasalına) karşı neler oluyor, İslam'ı insan hakları ve demokrasi karşısında en büyük tehlike olarak ilan eden ve siyasal İslam'a karşı mücadele bayrağı açan ABD son günlerde toplantılar yaptırarak (Katar'ın başkenti Doha'da geçen hafta yapılan toplantı) nasıl bir çözüm arayışına giriyor?

Demokrasi için laiklik şart koşulursa; yani İslam'ın sosyal ve siyasi alanda bir yol gösterici, en azından çerçeve olarak belirleyici rolü inkar edilir veya engellenirse -kim ne derse desin- İslam ile demokrasi bağdaşmaz, uzlaşmaz, bir arada var olmaz.

Türkiye'de yıllardan beri hem yukarıda tanımladığımız manada bir laiklik savunuluyor hem de bu ülkenin (demokrasisinin) diğer İslam ülkelerine model olacağından söz ediliyor. Bu tamamen hayal mahsulü ve kerameti kendinden menkul bir durum, bir kuru iddiadır. Malezya, Pakistan, İran, Sudan gibi hem sosyal ve siyasi hayatta İslam'ı devre dışı bırakmayan hem de -yöneticilerin seçimi, denetlenmesi, insan haklarına riayet, hukukun üstünlüğü gibi konularda- demokrasinin usul ve araçlarını kullanan ülkeler dururken niçin Türkiye'nin model olacağını soran, ikna edici bir açıklama sunan da yok.

Türkiye dışından bu "demokrasi-İslam" ilişkisi ile "model olma" konusuna bakanlar, bizim radikal laiklerden, laikçilerden farklı düşünüyorlar.

Katar'ın başkenti Doha'da geçen hafta "ABD-İslam Dünyası Forum"u yapıldı. İslam ve Batı dünyasından gelen yaklaşık 200 katılımcı Doha'da üç gün boyunca Amerika-Ortadoğu ilişkilerini, Ortadoğu'nun bugününü ve geleceğini tartıştı. 10 Nisan'da başlayan ve üç gün süren Forum'a 35 ülkeden 200'e yakın akademisyen, gazeteci, diplomat, siyasetçi ve resmi görevli katıldı. Üç günlük toplantıda sadece Amerika ve İslam dünyası arasındaki ilişkiler değil, siyaset, ekonomi, demokrasi, Ortadoğu'daki barış süreci, Irak ve Filistin'deki seçimler, bölge güvenliği, iyi yönetim, insan hakları, bilim, teknoloji ve medya gibi konular da ele alındı. Kapanış oturumuna katılan Amerikalı resmi yetkililer, "oyunun kurallarına bağlı kalınması" şartıyla Hamas ve Lübnan Hizbullahı gibi İslami grup ve örgütlerin Ortadoğu'daki reform sürecine katılmalarından yana olduklarını, bundan herhangi bir rahatsızlık duymayacaklarını açıkladılar. Oyunun kurallarını da "demokratik ve hukuki prosedürlere bağlılık" olarak açıkladılar.

ABD'nin İnsan Haklarından sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Scott Carpenter da, Hamas ve Hizbullah benzeri örgütlere demokratik sürece katılma imkanı tanınmasının yanlış değerlendirilmemesi gerektiği üzerinde durarak, bu yeni anlayışın Amerika'nın İslamî rejimlere onay vermesi şeklinde yorumlanamayacağına dikkat çekince kendisine, "Amerika, İslamcı grup ya da partilerin demokratik yoldan iktidara gelmesini kabul edecek mi?" diye soruluyor, "Kabul etmekten öteye kolaylaştırıyor" cevabını veren Carpenter, örnek olarak da, Irak'ın İslamcı yeni Başbakanı İbrahim Caferi'yi gösteriyor.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Amerikan Gazete Editörleri Derneği üyelerine yaptığı konuşmada ''İslam, Müslüman dünyası ve demokrasinin'' birbiriyle çelişmediğine örnek olarak Türkiye'yi gösteriyor, İslam dünyasının bir evrim geçirmekte olduğunu, radikalizmin İslam ile bağdaşmadığını ifade ettikten sonra şöyle diyor: ''İslam barışçı bir dindir ve İslam'a hizmet adına uçakları binalara çarpmak ya da belinize patlayıcı yerleştirip başka insanları havaya uçurmak dini saptırmaktır ve pek çok İslam alimi de bu davranışları onaylamıyor. Zaten kim çocukları için böyle bir gelecek ister?... Elimizde Türkiye örneği var. İktidarda güçlü bir İslami parti bulunuyor. Hindistan gibi demokratik ülkelerde, büyük bir Müslüman nüfusu var ve diğer gruplarla barış içinde yaşayabiliyorlar. Bence bunlar Ortadoğu için umut olmalı. Böylece, daha ılımlı siyasi güçleri bulup, İslam ile demokrasi arasında doğru ilişki kurabilen, her ikisine de hizmet eden kurumları oluşturabilen, bütün insanlara hoşgörülü bir demokratik süreç ortaya çıkabilir''.

ABD'nin dünya imparatorluğuna oynadığı malum, onun meselesi kendisiyle işbirliği yapabilecek veya yoluna engel koymayacak rejimler, sistemler ve yönetimlerdir. Ben bu iki yazıda ABD'nin, aslında itiraz ettiğim imparatorluk hedefi ile ilgilenmiyorum; ilgilendiğim ve altını çizmek istediğim husus, ABD'nin radikal ve ılımlı İslam anlayışıdır, ılımlı dediği İslam'ın iktidara gelmesine karşı olmadığıdır.

Peki "ılımlı İslam" ABD'nin politikaları ile uyuşur mu?

"Ilımlı İslam, ABD'nin dünya imparatorluğu projesini destekler mi?" sorusunun cevabını yazının sonuna erteleyerek İslam-demokrasi ilişkisi ve İslam'a uygun bir demokrasinin imkanı konusunda bir nakil daha yapmak istiyorum.

Geçen yazıda ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın şu ifadesine yer vermiştik: "Böylece, daha ılımlı siyasi güçleri bulup, İslam ile demokrasi arasında doğru ilişki kurabilen, her ikisine de hizmet eden kurumları oluşturabilen, bütün insanlara hoşgörülü bir demokratik süreç ortaya çıkabilir''.

Bu ifadenin, radikal laikliğe aykırı olduğu ve bizdeki laikçilere ters geleceği açıktır.

Rice'ı destekleyen bir başka ifade de S. P. Huntington'a aittir. Bu yazar Türkçe'ye Medeniyetler Çatışması adıyla çevrilen kitabında (Ankara, 2001, s. 171,179) Türkiye'nin lider olma potansiyelinden, bunun için yenileşme modelini bir daha gözden geçirmesine ihtiyaç bulunduğundan söz ettikten sonra şunları söylüyor: "Türkiye'nin kültürel ve dini geleneklerini canlandırmanın ve İslam ve Osmanlı mirasının üzerine modern bir ekonominin ve demokratik bir siyasetin inşa edilebileceğini göstermenin zamanının geldiğini düşünebilir... İnanıyorum ki, Türkiye bu yüksek gayeye sahip çıkacaktır ve eğer İslamî bir anlayışla kalkınmayı ve demokrasiyi birleştiren bir model olabilirse bundan hem Türkiye hem de dünya faydalanacaktır... Bu onların Batılı liberal bir demokrasiyi kabul edecekleri anlamına gelmez. Onlar kendilerine has bir demokrasi şekline varacaklardır..."

Yakın zamanda AB dışişleri bakanlarının, Lüksemburg'da yaptıkları bir toplantıda, şimdiye kadar İslam ülkelerinde daima laik aydınlarla temas kurulduğu, artık İslam inanç temelli sivil toplumla daha fazla ilgilenmenin ve İslamcı muhalif gruplarla da diyalog kurmanın zamanı geldiği kaydedilmiştir.

Türkiye'nin model olmasından söz edenlerin, Türkiye yenileşmesinin geniş tabana yayılmasını ve benimsenmesini isteyenlerin bu tespit ve analizleri de gözden uzak tutmamaları gerekiyor.

Bu yazımızda isimleri geçen ABD'li yetkililerin, radikal İslam'dan "terörü besleyen ve destekleyen, temel insan haklarını tanımayan bir İslam anlayışını" kastettikleri anlaşılıyor. Savaş ilan etmeden ülkelere baskın yaparak, binalara uçakları çarparak binlerce masumun öldürülmesini İslam'ın kabul etmediği, böyle bir eylemin, İslam ile -meşruiyet kaynağı olarak- bağının kurulamayacağı açıktır. İslam'a göre savaş ilan edilse bile "kadınlar, çocuklar, işinde gücünde adamlar, din adamları, zirai mahsuller ve hayvanlar..." dokunulmazlar arasındadır. Ama ABD'lilerin destekledikleri ve İslam ülkelerine bir model olarak sunmaya çalıştıkları "ılımlı İslam" da, onların dünya imparatorluğu adına yaptıkları cinayetleri onaylamaz, desteklemez ve asla kabul etmez. Onların tariflerine dayanarak ılımlı İslam'ın "demokrasinin uygun unsurlarını içeren, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına yer veren" bir İslam anlayışı olduğunu kabul edelim; eninde sonunda bu İslam'ın meşruiyet kaynağı Kur'an ve Sünnet olmayacak mıdır? Bu iki kaynağın içeriğini, demokrasilerde de bulunan bazı evrensel değerlerle uzlaştırmak mümkündür, ama kendi ulusal menfaati uğruna mazlum, zayıf, geri kalmış, kendini savunamayan ülkeleri işgal etmek, bu ülkelerin servetlerine haksız olarak el koymak, maddi ve manevi değerlerini altüst etmek başka kitaplarda yazabilir ama İslam'ın kitabında yazmaz.

İslam ülkelerine demokrasiyi sokmak için mücadele veren ABD yetkililerinin dönüp aynada bir de kendilerine bakmaları, hem de iyi bakmaları gerekiyor.

17-24 Nisan 2005



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: