HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


İçki Servisi ve Belediyeler

Başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeden kendi inançalarını (müslümanlıklarını) olabildiğince tam yaşamak isteyenlerin kamu hizmetinde/görevinde veya iktidarda olmaları halinde ya inanç veya uygulama olarak İslam'dan uzak olanların itiraz sesleri yükseliyor: "Bunlar demokrasiyi (şeriat düzenine geçiş için) araç olarak kullanırlar, demokratız demeleri samimi değildir, fırsat bulduklarında kendileri gibi inanmayan ve yaşamayanların hak ve özgürlüklerni kısıtlar, hatta tamamen ellerinden alırlar, bunlara fırsat vermemeli, dolayısıyla kendilerine kamu hizmeti, görevi ve iktidar da verilmemelidir..."
Bu itirazı seslendirenler insan haklarına saygılı ve demokrat olduklarını söylüyor, bu değerleri korumak için inananların hak ve özgürlüklerini kıstlamayı caiz görüyorlar. Eğer ortada gerçek, ciddi ve fiilî veya hemen fiile dönüşebilir bir tehlike olsa, birileri memur veya yönetici olduğunda, iktidara geldiğinde başka birilerinin hak ve özgürlüklerinin son bulacağı kesin veya ona yakın ihtimal içinde bulunsa bu refleksi makul görmek mümkündür. Ancak kesin olan bir vehimden, anlamsız ve temelsiz bir korkudan ibaret; böyle bir dayanaktan yola çıkarak hak ve özgürlük kısıtlamak ise demokrasi ve insan haklarına saygı ile birlikte olamaz.
İstanbul Büyük Şehir yönetimini, yukarıda tanımladığım türden müslümanlar kazanınca birkaç hafta sokaklar çeşitli dedikodularla çalkalalandı: Otobüslere başı açık olanlar alınmayacakmış, ince çorap giyenlerin bacaklarına jilet vuracaklarmış, bunlar şöyle yapacaklar, böyle edeceklerdmiş... Birkaç hafta sonra balonlar, söndü, yalancıların mumları karardı, İstanbula'a on yıllardır yapılmayan hizmetler yapıldı, ülkemizde ve çağımızda olabileceği kadar da dürüst bir yönetim örneği segilendi.
O günden bugüne İstanbul ve benzeri yerlerde müslüman dünya görşüne sahip ekiplerce yürütülen yerel yönetimler değerlendirilirken bir tenkit üzerinde ısrar edildi: "Bunlar, bazı kamuya açık yerlerinde (lokantalarda, konaklarda) içki servisi yapmadılar, içki isteyen vatandaşların bu arzularını yerine getirmediler; işte bu onların kusurudur, içki vermeleri gerekirdi..." dediler. Bunu diyenler farkında olarak veya olmayarak bir kesimin arzusunu, hak ve özgürlüğünü diğer kesiminkine tercih ediyorlardı. Çünkü dinin emir ve yasakları konusunda hassas olan müslümanlar içki içilen yerde oturamaz, yeyip içemez, huzur bulamazlar. Ya oralardan mahrum olacaklar, ya başkaları onların bu hassasiyetlerine saygı gösterecek, yahut da bir kesim diğer kesime karşı en azından kalben nefret duyacaktır. Türkiye'de uzun yıllar içenlerin hak ve özgürlüğü diğerlerine tercih edildi, içmeyen ve içmek haramdır diyenlere "ya sev, ya terk et" denildi. Halbuki onlar da ikinci sınıf vatandaş değildi, onların da güzel ve ucuz yerlerde oturmak, yemek içmek ve dinlenmek hakları vardı. Bir orta yol bulunabilirdi, bazı yerlerde içki verilmez, oraya herkesin gelip yararlanması sağlanır, ille de içmek isteyenlere başka mekanlarda bu imkan tanınırdı. İşte uygulamada hassas müslümanlar bu orta yolu bulup uyguladılar, yıllarca o güzel yerlerden mahrum olanlarında yararlanmasına imkan verdiler.
Hep hoşgörüden, çoğulcu yaşama tarzından, başkalarının hak ve özgürlüğüne zarar vermemeye itina göstermekten söz ediliyor. Bunlar, bir tarafın "olmazsa olmaz neviden olmayan" arzularını yerine getirip, diğerlerini mahrum etmekle gerçekleşmez, tarafların ortaklaşa yaşayabilecekleri ortamlar ile her bir gurubun kendi inanç ve dünya görüşü çerçevesinde yaşayabileceği zeminleri oluşturmakla gerçekleşir. İşlediğimiz konuda hoşgörü ve fedakârlık içmeyene değil, içene düşer; çünkü içen bunu başka yerde yapabilir, belli bir yerde başkalarının inançlarına saygı göstererek içmeyi terk ettiğinde maddi ve manevi olarak zarar görmez. İçmeyen ve içmeyi haram sayanlar ise yanlarında içen müslümana hoşgörülü olamazlar, onların yanında huzur içinde oturamazlar ve bu duygular, davranışlar canları böyle istediği için değil, onların hayatlarını mânalandıran inançaları yüzündendir, bundan kaynaklanmaktadır.
Buraya kadar okuduklarınızı daha önce yazmıştım, son günlerde tekrarlanan tartışma sebebiyle bir iki cümle daha eklemem gerekiyor: İnancı yüzünden içki içmeyen ve yanında içilmesinden de rahatsız olan bir insan, devlet ve hükûmet başkanlığı da dahil olmak üzere kamu görevine talip olamayacak mı? İnsan hakları ona bu imkanı vermiyor mu? Veriyorsa ve mesela başbakan olursa, zaruret hali (olmazsa olmaz durumlar) dışında toplantılarda ve merasimlerde içki ikram etmeyebilir; başkaları de onun inancına saygı göstererek alışkanlıklarından geçici ve kısa bir süre için fedâkârlık yaparlar. Bu fedâkârlığı yabancıların rahatlıkla yapabileceklerini düşünüyorum; bunun örnekleri de var. Problem bizim kendine yabancılaşmış aydınlarımızla ilgili olsa gerek.
Dayatma yoluyla tek tip insan yaratacağız diye insanımızın gönüllerini ve bedenlerini parçalayanlar meseleye bir de yukarıda yazılanlar köşesinden baksınlar.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: