HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


Saltanat, Demokrasi ve İslâm
Dini ve ondan kaynaklanan talepleri birey ile sınırlama teşebbüsü, hem dinin hem de insanın tabiatına ters düştüğü için hiçbir zaman başarılı olamayacaktır. Herhangi bir dinin bütün dünyada, inanılan ve yaşanılan tek din olması ihtimali de yok gibidir. Eski zamanlarda belli bir toplumda, ülkede ve bölgede tek bir dinin hâkim olduğu, halkın tamamı bu dini benimsemiş olmasa da onun değerlerinin ve hükümlerinin/kurallarının uygulandığı vakidir. Günümüz dünyasında, bazı ulus devletlerde bir tek dinin veya ideolojinin değerlerini ve kurallarını, ona inansın inanmasın bütün topluma uygulama teşebbüsleri vardır, ancak bu teşebbüsler içte ve dışta tepki ile karşılanmakta, sosyal uzlaşma/sözleşme yerine devlet gücüne ve baskıya dayanan bu uygulamanın uzun süre devam etmediği/etmeyeceği görülmekte ve anlaşılmaktadır. Dünyada ve belli bir toplumda birden fazla inanış ve hayat tarzı bulunduğuna, mensuplarının da değişmek istemediğine göre ortada iki ihtimal vardır: Ya bir gurup gücü eline geçirerek diğerlerinin din ve düşünce özgürlüklerini kısıtlayacaktır, yahut da bütün taraflar, inançlarını mümkün olacak en geniş ölçüde yaşayabilecekleri bir model üzerinde anlaşacaklardır.
İslâmcılar hep şöyle söyleye geldiler: "Başka dinler ve ideolojiler dayatmacıdır, İslâm öyle değildir; onun hâkim olduğu bir toplumda farklı düşünce ve inançlara da hayat hakkı vardır; şu hâlde farklıların, hak ve özgürlüklerden yararlanarak bir arada yaşayabilecekleri en güzel model İslâmî modeldir."
İslâm'ın, farklı inanç ve düşüncelere hayat hakkı tanıdığı bir gerçektir, ancak çağdaş talepler ve anlayışlar açısından bakıldığında ortada iki problem vardır. 1. İslâm, hem değer hem de bir kısım hakların (ehliyete bağlı hakların) tanınması bakımından inanan ile inanmayanı eşit tutmaz. 2. Zorla dine sokmak veya dini yaşatmak için olmasa da umûmî ahlâkı, kamu düzenini ve dini korumak için Müslümanlara daha çok, gayr-i müslümlere daha az olmak üzere hak ve özgürlük kısıtlamaları getirir. Bu uygulama ve kısıtlamalara ise birçok insanın râzı olmayacağı, olmadığı açık bir vakıadır.
Müslümanlar bütün toplumda (ülkede), meşhûr deyişle "İslâmî düzenin hâkim olmasında" ısrar ederlerse bu hedefe ya demokrasi ile ulaşacaklardır, yahut da güce, baskıya başvuracaklardır. Demokratik yoldan toplumun benimseyeceği herhangi bir düzene kimsenin itirazı olmamalıdır. Bu yoldan İslâmî düzene ulaşılması hâlinde "İslâmî düzen demokrasi ile örtüşmüş" olacaktır. Böyle bir düzende, azınlıkta kalan bireylerin bazı hak ve özgürlükleri kısıtlanacağı için böyle bir demokrasi, "çağdaş demokrasi anlayışına göre" kusurlu olacaktır. Şahsî inanç ve tesbitime göre bu mânâda kusurlu olmayan bir demokrasiye rastlamak da mümkün değildir. Zora ve güce başvurarak İslâmî düzene ulaşma teşebbüsleri, fıkıh kitaplarındaki terimi kullanmak gerekirse "fitne"ye sebep olmaktadır; burada fitnenin mânâsı, "iç savaş, anarşi, hukukun çiğnenmesi, pirince giderken bulgurdan da olmak" demektir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) hilâfetin (ideal İslâmî düzenin) otuz yıl süreceğini, bundan sonra insanları mutlu etmeyen, onlara zulmeden hükümdarlık ve saltanat düzeninin geleceğini bildirmiş, böyle de olmuştur. İslâm'a göre "meşrû" olmayan saltanat gelince bunu, güce (devrime, isyana) başvurarak ortadan kaldırma teşebbüsleri olmuş ise de orta yol (Sünnî) İslâm geleneği, fitne gerekçesi ile isyanı engellemiş ve saltanatı "Kur'an'ı uygulaması, din kurallarını çiğnememesi şartıyla" meşrûlaştırmıştır. Demek ki, İslâm'a göre uygun bulunmayan bir siyasî model içinde de İslâm'ı uygulamak -en azından teorik olarak- mümkün ve câiz görülmüştür. Bugün (mevcût şartlarda) Müslümanların râzı olmaları gereken model, diğer inanç sahipleri gibi kendilerinin de hiçbir baskı ve kısıtlamaya tâbî tutulmadan dinlerini yaşayabilecekleri bir modeldir. "Demokratik hukuk devleti" nin işte böyle bir model olduğu ileri sürülmektedir, deneyip görmek gerekir. Böyle bir modelde bireyin ve cemâatin dînini, ahlâkını koruması önünde bazı güçlükler vardır; bu güçlüklere karşı cemâat dayanışması, mutlaka alınması gereken bir ilaç gibidir. Cemâat dayanışması içe dönük olarak koruma, dışa dönük olarak da "iyiyi, güzeli, doğruyu sergileyerek" tebliğ vazifesini üslenmiş olacaktır.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: