HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


V
Laik düzende din hayatı

İSTEYENE ŞERİAT
Başkent'te bazı vatandaşların, "şeriat istemezük" diyerek sokaklara çıkmaları üzerine zaten hiç bitmeyen ve her bahane ile piyasaya sürülen şeriat tartışmaları yeniden başladı. Bu tartışmalar sonunda hemen herkes şeriatın ne mânaya geldiğini açık seçik anladı ve bildi. Anladı ki, şeriat ya İslâm'ın bütünü, yahut da "ibadetler, helaller ve haramlar ile sosyal hayat kurallarını veren (teşkil eden) kısmıdır". Şeriat, Allah Teâlâ'nın vahyettiği Kur'ân-ı Kerim âyetleri ile Hz. Peygamber'in (s.a.) hadislerinden, ya bunların açık ifadelerinden, yahut da delaletlerinden alınarak ortaya konmuş bulunan; yani bir kısmı doğrudan vahye, bir kısmı ise ictihad ve yoruma dayanan din kurallarıdır. Bu kuralların bir kısmı yine İslâmî usûl içinde değişmeye açık, bir kısmı ise -aksine bir zaruret bulunmadıkça- devamlı, her zaman ve mekânda geçerlidir. Bu kuralları ihtiva eden ve işleyen ilim dalı da "fıkıh"tır. Fıkıhçılara "ulemâ, fukahâ, müctehidûn" denilmektedir. İlk üç İslâm nesli içinde birçok müctehid (âlim, fâkih) yetişmiştir. Dört mezhebin (Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî) imamları da bunların en meşhurlarıdır.
"Biz Müslümanız, İslâm'a varız, ama şeriata yokuz, şeriatı kabul etmiyoruz; şeriat Ortaçağın karanlığına dönmektir" diyenler, Kur'ân, Sünnet, İcma ve kıyas delillerine (kaynaklarına) dayanan İslâm'ın bir kısmını kabul ediyoruz, ama bir kısmını kabul etmiyoruz, demiş oluyorlar. İslâm'ın bütününe inanan ve tamamını yaşamaya çalışan mü'minler "salih ve kâmil" Müslümanlardır. Yine tamamına inanıp bağlayıcı olduğu halde bir kısmını yaşayamayan (ameli, uygulaması eksik, kusurlu olan) mü'minler ise "fâsık, günahkâr" Müslümanlardır; Allah Teâlâ onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır. "İslâm'ın bir kısmını (şeriatı) kabul etmem" diyenler "onun da dinden olduğunu kabul ediyor, böyle olduğuna inanıyorum, ancak onunla amel etmek istemiyorum" demek istiyorlarsa günahkâr oluyorlar, "bu kısmına inanmıyorum, şeriatı dinden saymıyorum" demek istiyorlarsa İslâm ile bağlılık ve aidiyet ilişkilerini kesmiş oluyorlar.
Tartışmanın taraflarını dinleye dinleye vardığım sonuç şu olmuştur: Şeriata karşı çıkanlar, "şeriat istemiyoruz, kahrolsun şeriat!" diyenler İslâm'ın bir kısmını reddediyor, onunla inanç ve yaşama bakımından ilişkilerini kesiyorlar, hatta ona karşı düşmanca cephe alıyorlar. Bu durumda olanların aynı zamanda Müslüman olmaları mümkün ve sahih değildir. İslâm dinde zorlamayı yasakladığına, insanların hür iradeleriyle mü'min de, kâfir de olmalarına imkân verdiğine göre dileyenin dilediği inancı ve inkârı seçmesi tabiîdir, buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak belli bir inancı ve inançsızlığı tercih edenlerin bunu başkalarına dayatmaları ve herkesi zorla kendi çizgisine getirmeyi veya orada tutmayı istemeleri normal değildir; buna da kimsenin hakkı olamaz, buna -İslâm gibi- demokrasi, laiklik ve insan hakları düzeni de izin vermez. Eğer bu noktada "şeriat istemeyenler" ile mutabık isek ayak oyunlarını bir yana bırakarak gerçek konum ve tutumlarımızı açıkça ortaya koymalı, "Müslümanlar mı şeriatı, onu istemeyenlere dayatıyor, şeriatı istemeyenler mi bu tutumu Müslümanlara dayatıyor?" sorusunun cevabını aramalıyız. Gerçek mânada laiklik ve demokrasi, isteyene şeriatı, istemeyene de dine bağlı olmadan yaşama imkân ve hakkını veren sistemin adıdır. Şeriatı istemeyenler yalnızca kendileri için değil, Müslümanlar için de onu istemiyorlar, isteyene şeriatı vermiyorlar, vermemek için her çareye başvuracaklarını (demokrasiyi bile askıya alıp laikliği de farklı yorumlayarak uygulayacaklarını) ifade ediyorlar. Bu tutum karşısında şeriatı isteyenler de "her neye malolursa olsun biz de bu hakkı elde edeceğiz" derlerse ülkenin hali nice olur ve bundan kimler yararlanır? Ortada bir hak isteyenler, bir de bunu vermeyenler var; bu bir vakıa. Hem verme, hem sokağa çıkarak halkı ikiye böl ve en azından bir kısım Müslümanları tahrik et, hem de onları ikilik yaratmak ve halkı birbirine düşürmekle suçla! Bu taktiğin hocası kim, adresi neresi acaba?
Aklı başında olan insanların bir araya gelerek "şeriatı isteyenler ile istemeyenlerin, birbirine istek dayatmaksızın bir arada yaşamalarının imkânını, şekil ve sistemini" tartışmaları gerekmektedir. Ben bu nevi tartışmalara katılmaya hazırım, horoz döğüşüne ve demagoji yarışına ise asla!

Not: Karanlık Ortaçağ Batı'ya aittir. Bu çağ İslâm'ın altın çağıdır ve bugünkü Batı, kaderini değiştiren dönüşümü "Ortaçağdaki İslâm bilim ve medeniyeti"ne borçludur.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: