HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


FIKIHTA NAMAZIN DİLİ
Namazda farz olan kırâatin (Kur'ân'dan yeteri kadar okumanın) hangi dilden olacağı konusu daha çok fıkıh usûlü kitaplarının "Kur'ân'ın tarifi" bahsinde ele alınmıştır. Kur'ân-ı Kerim'in yalnızca mânasının ilâhî ve kutsal ve eşsiz (mu'ciz) olmayıp lafzının da aynı niteliği taşıdığı konusunda ittifak vardır. Namazda Kur'ân okunmasının farz olduğu konusunda da bir görüş ayrılığı yoktur. Kur'ân-ı Kerim'de "namazda Kur'ân okunması emredilmiş" (Müzzemmil: 73/20), Kur'ân'ın Arapça olduğu da bildirilmiştir (Yûsüf: 12/2; Şu'arâ: 26/195). Bu iki emir yanyana getirildiği zaman çıkacak sonuç "namazda Kur'ân'ın vahyedildiği dilde okunmasının farz olduğu"dur. Peygamberimiz de (s.a.) "Fâtihasız namaz olmaz" buyurmuştur. Tercüme metin aynı olmadığına göre Fâtiha'nın tercümesini okuyan Fatiha'yı okumuş sayılmaz.
Bu delillere dayanan bütün müctehidler, Arapça okuyabilen bir kimse için namazda başka bir dilden kırâatin caiz ve geçerli olmadığında birleşmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe ise sonradan vazgeçtiği (rucû ettiği) rivayet edilen bir ictihadında "Arapçayı okuyabilen bir kimse bile namazında Kur'ân'ı kendi dilinde okursa namazı geçerli olur" demiştir. Ebû Hanîfe'nin bu ictihadının neye dayandığı, delilinin ne olduğu kendisi tarafından açıklanmış değildir. Onun nâmına açıklama yapan bazı fıkıhçıların ileri sürdükleri deliller ise zayıf bulunmuştur. Hanefî mezhebi Ebû Hanîfe'nin değil, Ebû Yusuf ve Muhammed gibi diğer hanefî müctehidlerinin de dahil bulunduğu çoğunluğun ictihadını benimsemiş, bu mezhepte fetvâ buna göre verilmiş; bu hükümde kendi başına namaz kılan ile imam olan ve cemaatle kılan arasında bir fark gözetilmemiştir.
Namazda kırâat meselesinin fıkıhtaki hükmü bundan ibarettir. Dinî ve ilmî olmaktan ziyade siyasî, ideolojik ve pragmatik sebepler ve saikler yüzünden namazda kıraatin Türkçe olmasını savunan bazı ilahiyatçılar, fıkıhta kırâat konusunu açıklarken kasten bazı saptırmalar ve hileler yapmaktadırlar. Bunların, bizim dikkatimize çarpan önemlilerini -işin doğrusuna işaret ederek- sıralamak gerekirse:
1. Ebû Hanîfe'nin "başka dilde kırâati caiz görme" ictihadından rucû ettiği yalnızca Nûh b. Meryem tarafından rivayet edilmiş değildir. Mesela Ebû Yusuf'un öğrencilerinden Ali b. el-Ca'd de bunu rivayet etmiştir (Kurtubî, Tefsir, 16/149; Zemahşerî, 4/434). Yalnızca Nuh b. Meryem'i zikredip onun muteber bir nakilci olmadığını isbatta hile vardır.
2. Serahsî Mebsût isimli eserinde Ebû Hanîfe'nin ictihadını naklettikten sonra İmamın bunu mekruh gördüğünü de kaydetmiştir. Bunu nakletmemek, gizlemek dürüstlüğe aykırıdır. Aynı eserde Selman el-Fârisî'nin Fâtiha'yı Farsça'ya tercüme ettiği; Acemlerin, dilleri Arapça'ya yatıncaya kadar namazlarında bu tercümeyi okudukları kaydedilmiştir. Bu ifade içinde geçen "dilleri Arapça'ya yatıncaya kadar" kısmını halktan saklamak ilim ahlâkına sığmamaktadır. Arapça okumaya dili dönmeyenlerin, alışıncaya kadar başka dilde okuyabilecekleri hükmü zaten birçok müctehid tarafından benimsenmiştir. Serahsî, fıkıh usûlü ilim dalında yazdığı Usûl'ünde de bu konuyu ele almış, özetle şu değerlendirmeyi yapmıştır: Kur'ân-ı Kerim'in lafzı da mânası da eşsizdir (mu'cizdir, mu'cizedir), benzeri yapılamaz. Bu konuda Hanefî imamlarının (Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve Muhammed'in) ittifakları vardır. Namazda okuma konusuna gelince; iki öğrenci imama göre iki unsurun da (hem lafzın -ki bu Arapça'dır- hem de mânanın) kırâatte bulunması gerekir. Tercümeden okunduğunda yalnızca mâna (unsurlardan biri) bulunabilir, bu ise -Arapça okuyabilenler için- yeterli olmaz. Hocalarına göre ise her iki unsur da kutsal ve eşsizdir, ancak biri (yalnızca mâna) bulunduğunda namaz için yeterli olur; fakat Hz. Peygamber'in (s.a.) Sünnet'ine ve asırların uygulamasına aykırı olduğu için tercümeden okumak mekruh olur (II, 282).
Serahsî, Mebsût'ta Ebû Hanîfe'nin rucû ettiğine temas etmemiş, fakat el-Mahît ve el-Câmi'u's-sağîr şerhinde rucû ettiği rivayetine yer vermiştir (M. Sabrî, Mese'eletü-Tercemeti'l-Kur'ân, s.29).
Serahsî'nin naklettiği Hz. Selman olayı, Peygamberimizin (s.a.) hayatında ve O'nun izni ile cereyan etmiş olamaz. Çünkü "Acemler Selman'a yazarak istediler, o da tercüme edip gönderdi..." deniyor. Acemlerin İslâm'a girmeleri Hz. Peygamber'in irtihalinden sonra vukû bulmuştur.
3. El-Ensârî'nin Müselemmü's-sübût isimli usûl kitabı üzerine yazdığı "Fevâtihu'r-rahamût" adını taşıyan şerhinde, Hasenü'l-Basrî'nin dostu Habîb el-Acemî isimli İslâm büyüğünün, Arapça'ya dili yatmadığı, Arapça okuyamadığı için farz olan kırâati Farsça okuduğu kaydedilmiştir. Bu ifadeyi nakleden bazı ilahiyatçıların "Arapça'ya dili dönmediği için" kısmını atlamaları, hileli bir "uzun atlama"dır.
Fıkıh kitaplarında aradıklarını bulamadıkları için tarih ve seyahatname kitaplarına başvuran bazı ilahiyatçılar buralardan, "tarihte, bazı bölgelerde, Kur'ân'ın namazda tercümesinden okunduğuna dair" bilgiler nakletmekte ve tezlerine bunu delil kılmaktadırlar. Halbuki sahih ibadet konusunda, sahabe devri sonrasına ait uygulamalar delil olmaz. Ayrıca bu uygulamanın, "Arapça'ya dilleri dönmediği için ve geçici olması" ihtimali daima mevcuttur.
4. Meşhur Tefsirci Zemahşerî, Ebû Hanîfe'nin caiz görmesi konusuna şu önemli açıklamayı getirmiştir: Ona göre bunun caiz olması, Arapça lafzın ihtiva ettiği mânanın tam olarak başka dile aktarılmış olması şartına bağlıdır. Kendisi Farsça'yı bilmediği için bunun olabileceği varsayımına dayalı bir fetva vermiştir. Biz biliyoruz ki bu mümkün değildir; şu halde onun "caiz" demesi, "caiz değil" demesine eşittir, bu mânaya gelmektedir (Dühân: 44/43. âyetin tefsiri).
İşlerine gelmediği zaman fıkıh kitapları ve sahih mezhep fetvaları bir yana sahih hadisleri bile kaale almayan, muteber saymayan kimselerin, dinî olmayan sebepler ve sâiklerle karara ve hükme vardıkları bir konuyu isbat için fıkha dönmeleri, mezhepte terkedilmiş bir ictihada sarılmaları, sıhhatini ve detaylarını kontrol mümkün olmayan tarihî rivayet ve uygulamaları delil göstermeleri ibret alınacak davranış örnekleridir.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: