HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


"Cumhuriyetin Düşmanı Şeriat"
Bir TV programı izlerken yaşını başını almış bir tarihçinin, deve gibi neresini düzeltsen düzelmez bir konuşmasına muttali oldum. Yaşlı tarihçi, hem genç ve hızlı Cumhuriyetçi muhatabının, hem de aynı çizgiyi paylaşan nice çevrelerin hoşuna gideceğini, böylece ahir ömründe itibar tazelemesini sağlayacağını umduğu şu cümleleri sarfediyordu: "...Cumhuriyetin en büyük düşmanı -siz bilseniz de söylemeye cesaret edemezsiniz- ben size söylüyorum: Şeriat. Evet Cumhuriyetin düşmanı şeriattır. Halbuki İslâm'da şeriatın yeri yoktur; çünkü, 1. İslâmda ruhbanlık yani hocalık yoktur, 2. Dinde zorlama yoktur, 3. Zamanın değişmesi ile hükümler de değişir..." Sağ kesimden bazı çevrelerin itibar ettiği, kitaplarını neşrettiği bu yaşlı tarihçinin fâhiş hatalarını sıra ile üç yazıda düzeltmeye çalışacağım:
1. "İslâmda ruhbanlık; yani hocalık yoktur" cümlesinde ruhbanlığın, "hocalık" olarak açıklanması da, ruhbanlığın olmamasının şeriatın olmayacağına delil gösterilmesi de yanlıştır.
Ruhban, "rahib" kelimesinin çoğuludur, rahib de din adamı demektir; Hıristiyanlığa mahsus bulunan bu din adamı anlayışına göre rahipler evlenmezler, aile sahibi olmazlar, halktan ayrı bir sınıf teşkil ederler, kendilerini Tanrı'nın ve kilisenin hizmetine verirler... Ayrıca Hıristiyanlıkta ruhbanlık vardır ama en azından tarihin bazı dönemlerinde şeriat (dünya hayatını nizamlayan din kuralları) yoktur.
İslâm kültüründe hoca vardır. Hoca din öğreticisi ve eğiticisidir; evlenir, aile kurar, halktan ayrı bir sınıf teşkil etmez. Allah Resulü (s.a.) hayatta iken O'nun emri ile din eğitim ve öğretimi başlamış, bilenler bilmeyenlere öğretmiş, hocalık etmişlerdir. Bu bilen, öğreten ve eğiten kimselerin ünvanı önce okuyanlar mânâsında "kurrâ", bilenler mânâsında "ulema", dini anlayanlar ve anlatanlar mânâsında "fukahâ", müslümanların dinî meselelerini delillerinden çıkarıp açıklayanlar mânâsında "müctehidûn" olmuş, sonra da her müslüman kavim kendi dilinde bu mânâyı ifade eden kelimeler bulmuşlardır. Müslüman Türk kavimlerinin bu mânâda kullandıkları kelimelerden biri de hocadır. O yaşlı tarihçi bile yanlış bilmesi ve öğretmesine rağmen bir "hoca"dır.
İslâmda hocalar ruhban değildir, ama bu dinin şeriatı vardır; şeriat sadece hocaların değil, İslâma tüm inananların Allah ile ibadet ve inanç ilişkilerini düzenlediği kadar insanların birbirleri ile ferdî ve ictimaî ilişkilerini de -çerçeve ve kısmen detay olarak- düzenlemekte, kaide ve müeyyidelere bağlamaktadır; bu ilke, düzenleme, kaide ve müeyyidelerin bütününe "şeriat" ismi verilmektedir. Özetle Kur'an ve Sünnet var ise şeriat da vardır. İslâmda hoca yok, dolayısıyla şeriat da yok diyebilmek için insanın çok yaşlanmış olması gerekir.

Dinde Zorlama
Yaşlı tarih yazıcısı "din vardır, ama şeriat yoktur" diyor, bu iddiasına delil olarak da "dinde zorlama yoktur" mealindeki ayeti ileri sürüyordu. Bu anlayışa göre şeriat (İslâm hukuku, kanunu) bir hukuk olduğu için müeyyidesi; yani zorlayıcı gücü vardır, insanların hukuka uyması gerektiğinde yaptırım gücünü kullanarak temin eder. Halbuki Kur'an-ı Kerim dinde zorlamanın, insanların zorlanarak bir dini kabule ve uygulamaya götürülmesinin meşrû olmadığını bildirmektedir; şu halde din (fertlerin serbest iradeleriyle benimseyecekleri inanç, ibadet, dinî hayat) vardır, fakat şeriat yoktur. Şeriat dinin özüne ve İslâma aykırıdır...
İslâmın ana kaynaklarına (Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet'e) dayanarak dini doğru anlamanın bir usûlü (usûlü'l-fıkh) vardır; bunu bilmeden ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkarmaya kalkışanların sık sık, yukarıdakine benzer hatalara düştükleri görülmektedir. Bu usûle göre mesela "dinde zorlamanın olup olmadığını" anlamak ve tesbit etmek istiyorsak ilgili ayet ve hadislerin tamamını, Hz. Peygamber'in ve örnek nesillerin (sahabe, tabiun ve etba) siretini (davranış ve uygulayışlarını), imanlı, ahlaklı ve bilgili İslâm müctehidlerinin bu konudaki anlayış ve yorumlarını bir bütün halinde gözden geçirmemiz gerekir. Bütün bu kaynakların bağlayıcı olanlarını olmayanlarından ayırdıktan ve sağlam anlama usûllerini uyguladıktan sonra bir sonuca ulaşmamız icabeder; bunları yaptığımız takdirde ulaştığımız sonucun sağlıklı olması ihtimali galiptir.
İnsanları İslâma inananlar ve inanmayanlar diye iki zümreye ayırırsak bağlayıcı nasların (ayet ve hadislerin) her iki zümreyi de bir mânâda zorladığını görürüz. İnanmayanlar "kınanmak, ahirette görecekleri cezalar tasvir edilerek tehdit edilmek, dünyada bir kısım haklardan (statüye bağlı insan haklarından değilse de liyakat ve ehliyete bağlı insan haklarından) mahrum edilmek suretiyle manevi mânâda imana zorlanmaktadırlar; buna "teşvik edilmektedirler" demek de mümkündür. Bu zümre bakımından "dinde zorlama yoktur" ilkesinin mânâsı, "hiç kimse, maddi müeyyide kullanılarak İslâma sokulamaz, İslâma girmeyen ve başka bir dine ve inanca mensup bulunan insanların kendi din ve inançlarına göre yaşamaları, zor kullanılarak engellenemez" demektir.
İslâma inananlara (müminlere, müslümanlara) gelince, bunların en azından zahirde, kamuya açık alanda, toplum içinde bir kısım islâmî talimata uymaları, ilahi ve dinî sınırları çiğnememeleri, gerektiğinde zor kullanılarak ve ilgili mevzuat uygulanarak sağlanır. Mevzuatı hazırlarken dinin ana kaynaklarını kullanmak ve bunlara uymak durumunda olan islâmî devlet faizi, içkiyi, kumarı, fuhşu (birbiri ile evli olmayanların cinsel ilişkilerini ve buna götüren davranışlarını), ihtikârı, rüşveti, hileyi, aldatmayı, murdar hayvanların etlerinin alınıp satılmasını ve yenilmesini, mukaddesata hakaret edilmesini, insanların avret yerlerini (örtülmesi gereken yerlerini) açarak dışarı çıkmalarını, zulmü, israfı... yasaklamak; bu yasaklara uymayanları uygun cezalarla cezalandırarak kanuna (şeriata) uyulmasını sağlamak mecburiyetindedir. Bu yasaklar listesinin karşısında bir de emirler ve müsbet talimat listesi vardır; bunların bir kısmı (cuma namazı, ezan, zekat gibi) ibadetlere, bir kısmı da sosyal, iktisadî, siyasî hayata aittir.
Bu talimatın da yerine getirilmesi için devlet gerektiğinde zorlayıcı tedbirlere başvuracak ve emri yerine getirecektir. Bir müslüman "ben müslümanım ama şartlarını taşıdığım ve yükümlü olduğum halde cuma namazını kılmam, orucumu aleni olarak yerim, zekatı ödemem, hukukî işlemleri istediğim gibi yaparım, adalet, bey'at ve danışmanın gereklerini yerine getirmem..." diyemez. Dinin, örneklerini sıraladığımız "yap ve yapma" şeklindeki talimatı şeriattır. Bunu dinden çıkarmak, ayırmak ve dini bunlarsız yaşamak mümkün (sahih, caiz) değildir, talimatın icrası gerektiriyorsa müeyyide ile sağlanır; şu halde "dinde zorlama yoktur" ilkesinin belli bir uygulama sınırı vardır, genel değildir, böyle bir ilkenin varlığına dayanılarak "şeriat yoktur" denilemez, denilirse İslâma göre bu iddia geçerli olamaz.
Şeriatın varlığına rağmen farklı inanç ve dünya görüşlerine sahip insanların ve toplulukların bir arada, tabii, fıtrî hak ve hürriyetlerden yararlanarak yaşamaları mümkündür ve tarih boyunca bu sistem yaşanmıştır.

Değişme ve Şeriat
Şeriatın ortadan kalktığını iddia eden yaşlanmış tarihçinin ikinci delili, "zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişeceği" kaidesi idi. Bu kaide Mecelle'nin 39. maddesinde "Ezmânın teğayyürü ile ahkâmın teğayyürü inkâr olunamaz" şeklinde yer almıştır. Bir islâmî kanun mecmuası olan Mecelle'nin zikredilen maddesinin şerhine bakıldığında, zamanın değişmesi ile değişecek olan hükümlerin neler olduğu konusunda önemli açıklamaların bulunduğu görülecektir: "Zamanın değişmesi ile değişen hükümler, aslında örf ve adete dayanan hükümlerdir, naslara (ayetlere ve hadislere) dayanan hükümler değişmez. Çünkü örf ve adet bâtıl (dince makbul olmayan) kabuller, anlayışlar ve uygulamalar şeklinde de oluşabilir, halbuki nas için bunu düşünmek mümkün değildir. Örnek olarak asırlardan beri kabirlere mum yakmak, insanları arkalarından çekiştirmek (gıybet), altın ve gümüşün, peşin ve veresiye olarak, birbirinden farklı miktarlar üzerinden alınıp satılması (bu mânâda faizcilik), bir malı kabı içinde satıp tahminî darasını (kabın ağırlığını) düşmek... örf ve adet haline gelmiştir. Ancak bunlar adet haline geldi, zaman değişti diye hükümlerin de (bunların yasak ve haram olmalarının da) değişeceğini söylemek dinin ve imanın tehlikeye düşmesini gerektirir..." (c. I, s. 102).
Görüldüğü üzere İslâm Hukuk geleneğinde, zamanın değişmesi ile değişen hükümler, "aslında örf ve adete dayalı hükümler" olarak sınırlanmıştır. Fıkıh Usûlü kitaplarında "örf ve adete dayalı bulunduğu sabit olan ve adet değişince değişeceğine dair delil ve kaideler de bulunan "nas ile sabit bazı hükümlerin" de değişebileceği kaydedilmiştir. Bu cümleden olarak hadislerde "altın ile gümüşün tartılarak, hububatın ölçekle ölçülerek alınıp satılacağı" kaydedilmiş olmasına rağmen, ilgili örf ve adet değişince mesela hububatın da tartılarak alınıp satılması caiz görülmüştür.
İslâmın ana kaynaklarında böyle örf ve adete dayalı az sayıda nas vardır; ancak nasların büyük kısmı İslâmın, insanı fert ve toplum olarak götürmek istediği hedefe, tekâmül çizgisine uygun (götürücü) ve bu bakımdan devamlı (evrensel) niteliktedir; bu nasların hükümleri değişmez. Bunların uygulanmasında -fert ve toplum hayatındaki arızalar sebebiyle- sıkıntılar ortaya çıkarsa zaruret ilkesi devreye girer, hükümler geçici olarak askıya alınır. Boşlukları ve yeni ihtiyaçları ictihad (Kur'an, Sünnet ve bu iki kaynağın ışığında akıl ve tecrübe... ile üretilecek hükümler) doldurur. Ve ister nas ile, ister ictihad ile ortaya konsun, bütün bu hükümler şeriatı oluşturur.
Bir kimsenin "Zamanın değişmesi ile hükümler de değişeceği için şeriat kalkmıştır" diyebilmesi için yalnızca yaşlanmış olması yetmez, aynı zamanda cahil de olması gerekir.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: