HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler | Kelime İndeksi |


Hakimin Hükmü

Genç bir üniversite hocasının sorularını, istifade daha genel olsun diye burada cevaplandıracağım:

1-Hakimin hükmü hilafı ortadan kaldırır sözünü ben şöyle anlıyorum: Müclehedün fiha olan bir meselede, yani mezhebler arasında ihtilaf mevzuu olmuş bir meselede hakim kendi ictihadına/mezhebine göre hüküm verir. Davacı ve davalı buna uyacaktır. Mesele yalnız o dava bakımından halledilmiş sayılır.
Doğru mudur?
Doğru ise, mesela tarafların Hanefi olduğu bir nikah davasında, hakim Şafiî olsa ve bu mezhebe göre nafakadan aciz sebebiyle nikahın feshine hükmetse ne olur?
Tarafların nikahı sadece Hanefî mezhebine göre sahihtir, mesela veli bulunmamıştır, veya şahidler adil değillerdir veya nikah, zevc gibi kelimeler kullanılmamıştır.
Bu nikahın nafakadan aciz sebebiyle feshine hükmetmek ne mana ifade eder ki. Zaten aralarında hakimin mezhebine (Şafiî'ye) göre sahih bir nikah yoktur.
Bu takdirde hakimin hükmü hilafı ortadan kaldırmış olmamaktadır. Bu husustaki fikrinizi istirham ediyorum.

2-Kadı'nin bulunmadığı yerlerde, yani darülharbde mahkeme yoluyla halledilme mecburiyeti bulunan hallerde ne yapılacaktır?
Mesela nafakadan aciz veya mefkudluk veya cünun sebebiyle nikahın feshi ancak kadı kararıyla olabilmektedir.
Yine mesela müşterek mülkte maliklerden birisi mülk üzerinde yaptığı zaruri masrafları diğer maliklerden taleb edebilmek için kadıdan izin almış olmalıdır.
Bu gibi hallerde müslüman taraflar kime müracaat etmelidirler?
Hakem usulü bir dereceye kadar sadra şifa olmaktadır. Ancak bilhassa nikahın feshi gibi hallerde tarafların bir hakem üzerinde anlaşmaları veya onun hükmünü kabullenmeleri bu devirde son derece zordur.
Bu sualleri memleketimizde en iyi bilenlerden birisi olarak sizi gördüğüm için rahatsız ettim. Kusura bakmayın...

Cevap:

1. "Hakimin hükmü ihtilaf ortadan kaldırır" kuralının diğer iki fıkıh kuralı ile yakın ilişkisi bulunduğundan birlikte okunup yorumlanması gerekir.
a) "İctihad ile ictihad nakzedilemez". Bu kurala göre müctehid olan bir hakim kendi ictihadına göre bir dâvaya bakıp hükmettiğinde bu hüküm bir başka müctehid hakim tarafından -maddî hata, İslam'ın bağlayıcı delillerine aykırı olmak dışında- bozulamaz. İkinci hakim, kendi ictihadına aykırı da olsa bu hükmü -o dava çerçevesinde- onaylar ve uygular.
b) İhtilaflı konularda devlet (halife, imam, ülü'l-emr) hangi ictihadın mahkemelerde kanun olarak kullanılmasını uygun görür ve kararlaştırırsa hakimler -kendi ictihadlarına aykırı olsa bile- o ictihada göre hükmederler. Bu iki kuralın uygulamasında farklı ictihadların (ictihada açık konularda meydana gelmiş ihtilafların) bir mânada ortadan kalktığını ve tek ictihadın hükümde esas alındığını görüyoruz. Eğer bir ülkede mesela Şâfi'î mezhebinin -bütün halinde veya belli konularda- hükümde esas alınması karar altına alınmış olursa, dâva taraflarının veya hakimin mezhebi dâvada etkili olmaz ve sonucu değiştirmez.

2. "Kadı'nin bulunmadığı yerlerde, yani darülharbde mahkeme yoluyla halledilme mecburiyeti bulunan hallerde ne yapılacaktır?" sorusunda kadı'nın, yani İslam'a göre hükmeden hakimin bulunmadığı yerin "dârülharb" olarak tanımlanması günümüz şartlarına ve kadim tanımlamaların bir kısmına uygun değildir. Bunun yerine "İslam'a göre hükmetmeyen", "yargıda İslam Hukuku'nu esas almayan bir ülkede..." şeklinde bir ifade tercih edilmelidir.
Böyle bir ülkede İslam'a aykırı bir hüküm almak ve bunu uygulamak istemeyen veya hakkını almak için mahkemeye başvurmak mecburiyetinde olan müslümanlar ne yapacaklardır?
"Hangi şekilde olursa olsun devletin kanunları İslam'ın da kanunları sayılır, amaçlar aynıdır, detaylardaki fark önemli değildir" şeklindeki bir anlayışa ve çözüm teklifine katılmıyorum. Bunu bazı ilahiyatçılar söylüyor ama, bırakın diğer ilahiyatçılar laik-seküler kesim de buna şiddetle itiraz ediyor ve "dini hukuka karıştırmayın, bizim hukukumuz şeriatı dışlamıştır..." diyorlar.
Bana göre çözüm şu şekillerde olabilir:
a) Tarafların veya taraflardan birinin seçimine ve isteğine bırakılmadan mahkemeye intikal eden dâvalarda verilen hüküm uygulandıktan ve bu hükme bağlı alacaklar ve borçlar tarafların eline ulaştıktan sonra, İslam'a göre hakkı olmayan bir şeyi almak, yemek, kullanmak istemeyen müslüman bunu -İslam'a göre hak sahibi kim ise ona- iade eder. Hak sahibi almazsa veya bulunamazsa onun adına yoksullara tasadduk edilir.
b) Tarafların tercih ve isteğine kalmış/bırakılmış konularda müslümanlar anlaşmazlıklarını hakemler yoluyla hallederler. Hakemlerin ittifakla veya çoğunlukla verdiği hükümler uygulanır; uygulamayan müslüman dini bakımdan sorumlu olur.
c) Taraflardan biri hakeme gitmeyi veya hakem hükmünü kabul etmezse mahkemeye başvurulur ve mahkemeden çıkan hüküm a) şıkkına göre uygulanır.
d) Boşanma dâvalarında kadın boşanmak istediği halde erkek istemiyorsa, fakat yürürlükteki mevzûata göre boşama sebepleri bulunduğu için hâkim boşanmaya hükmetmiş olursa -evlilik birliği içinde zarar gören ve bu sebeple boşanmak isteyen kadının- bir hakemi olur, hakim de boşamak istemeyen ve hakemi de kabul etmeyen kocanın hakemi yerine konabilir, bu durumda iki hakem ayrılığa karar vermiş olacakları için evlilik sona erer. Bu son madde zaruret kuralı ile kadınların zorla ve zarar görerek nikah altında tutulmalarını yasaklayan nasslara dayanmaktadır.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler | Kelime İndeksi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: