HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


Yalancının mumu

Yalana dayalı tarih er geç iflas eder ve belgelere dayalı gerçekler ortaya çıkar, ama yalana aldananların kendilerine ve başkalarına verdikleri zarar telafi edilemez.

Mevcut haritaların bile çoğu belli bir anlayışla yapılmıştır ve gerçeğe uygun olamayan algı hedeflenmektedir.

Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyete geçiş ve Cumhuriyet tarihi konularında bir hayli yalan, asılsız iddialar, çarpıtmalar vardır. Zaman içinde bunların da teker teker düzeleceğini umuyoruz (Bu konuda Kazım Karabekir Paşa’nın kitaplarının da okunması gerekiyor).

Meşhur yalanlardan, saptırmalardan biri de Sevr belgesi ile ilgilidir.

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, okul kitapları ve çeşitli kaynaklarda Sevr’in “antlaşma” değil “belge” olarak anılması için girişimde bulunacaklarını açıkladı, “Ayrıntı gibi görünebilir ama önemli, çünkü çocuklarımızın ve kamuoyunun zihnine böyle yerleşiyor. Ortada belge var ama bu bir antlaşma değil” diyerek önemli bir tashihe imza atmış oldu. Turan’ın açıklamasına dair haberin bir bölümü şöyle: “Sevr’in 1914-1918 yılları arasındaki 1. Dünya Savaşı sonrasında savaşı kazanan İngiltere blokunun ‘yeni dünya düzeni’ sağlanması amacıyla harekete geçtiğini, savaşta mağlup olan tarafların da teker teker masaya çağrıldığını anımsattı. Sevr’in de bu süreçte savaşın çıkışına dair herhangi bir etkisi olmayan ama o dönem çeşitli sebeplerle Almanya’nın yanında yer almak zorunda kaldığı için savaşı kaybeden Osmanlı Devleti’ne dayatıldığına dikkati çeken Turan, belgenin hem Meclis hem de padişahın onaylamaması sebebiyle hukuken yok hükmüne dönüştüğünü söyledi”.

Bu vesile ile birkaç yalanın daha teşhir ve tashihine dair Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ve Ali Ulvi Kurucu’dan iki nakil yapacağım (daha geniş bilgi için “İslami Hareket Öncüleri” isimli kitabımın 4. cildine bakılabilir):

Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l-Akl isimli eserinin dördüncü cildinde (335-336) Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenik düşen Osmanlı’yı tasfiye etme ve yerine İslam’dan uzaklaşmış yeni bir devlet oluşturma işinin İngiliz ve Fransızlara verildiğini, onların da Mustafa Kemal aracılığı ile bu amacı gerçekleştirdiklerini, ortada kötü bir alış-veriş bulunduğunu, yeni Türkiye’nin İslam’ı ve hilafeti vererek küçük bir toprakta bağımsız bir devlet kurmayı satın aldıklarını kaydettikten sonra (4) numaralı uzun dipnotunda özetle şunları söylüyor:

“Osmanlı zayıflamaya başlayınca Hristiyan ve Haçlı Avrupa devletleri onu İslam’dan uzaklaştırmak için uzun yıllar dayanılmaz baskılar uyguladılar. Osmanlı bu baskılara boyun eğmedi ve Müslüman olarak vefat etti. Söz sahibi olan Haçlı Avrupa bunu Lozan’da gerçekleştirdi. Sultan Vahîdüddîn Mustafa Kemal’i Anadolu’ya “görünüşte ordu müfettişi, ama gizli olan maksadı, Anadolu isyanını idare edip ülkeyi kurtarmak” olarak göndermişti. Onun faaliyeti dört yıl içinde, galip devletlerin izinleriyle İzmir’e girmiş bulunan Yunanlıları oradan, Sultan’ı da ülkesinden çıkarmak oldu. Nitekim bir İngiliz bu sonucu şöyle ifade etmişti: “Sultan İngilizleri Mustafa Kemal ile aldatmak istemişti, ama İngilizler onu bununla tongaya düşürdüler…” (s. 248, 336 vd., s. ).

Mustafa Kemal’i Anadolu’ya, ülkeyi düşman istilasından kurtarmak gizli vazifesi ve maksadıyla Sultan Vahdettin’in gönderdiği konusunda son yıllarda hayli belge bulundu ve yazılar yazıldı. Bunlardan biri de Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıralar’ında yer alan (2. Cilt, s. 58 vd.) ve M. Sabri Efendi’nin tanıklığına dayanan bilgi ve belgedir:

“Padişah’ın Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya göndereceğini kestirince bir din borcu olarak kendisiyle görüşmek ve buna mani olmak istedim. Çünkü endişelerim vardı. O ana kadar elde ettiğim bilgiler de bu endişelerimi kuvvetlendiriyordu. Miralay Sadık Sabri Bey’in ve arkadaşlarının tahkikatı da bu yöndeydi. Beni ikaz etmişlerdi. ‘Padişahım, eğer bu iş için muhakkak bir paşa gönderilecekse, karar verdiyseniz başka bir paşa bulalım’ demek istedim. O sırada Ferid Paşa yoktu, Sadaret mührü sadrazam vekili olarak bende idi. Padişah’tan müsaade alarak ziyaretlerine gittim… Sonra meseleyi Padişah’a açtım, bahse girdik. Söz uzadı, yemek vakti geldi, saray âdeti üzere yemek yedik, çay geldi içtik, yatsı oldu namaz kıldık. Padişah devamlı şöyle diyordu: ‘Efendi hazretleri, vaziyet belli; ben vatanımı kurtarmak istiyorum, ne pahasına olursa olsun, vatanımın kurtarılmasını istiyorum. Efendi hazretleri anlaşılıyor ki siz, saltanatımın tehlikeye düşeceğinden korkuyorsunuz, onu korumamı istiyorsunuz.’ Bunun üzerine: ‘Efendim, endişem sizin saltanatınız için değildir. Bugün saltanatınızın temsil ettiği dinimiz içindir. Bendeniz, din gider diye korkuyorum. Saltanat giderse yerine bir saltanat daha bulunur, fakat din giderse yerine bir din daha gelemez, benim korktuğum budur. Eğer mutlaka bir zat, bir asker gönderilecekse başka birini araştıralım, bana da bir söz hakkı tanıyın. Siz bu dinin halifesi, ben de şeyhülislamıyım. Din cihetinden sizin kadar ben de mes’ulüm…’ filan dedim. Baktım Padişah’ın Mustafa Kemal’e tam itimadı var. Bana: ‘Yanlış anlıyorsunuz, suizan ediyorsunuz, benim onunla teşrik-i mesâim oldu; fikrine, zihnine, zekâsına güveniyorum. Efendim orduda bizi anlayan, memleketin dertlerini bilen insan… Âteşîn bir zekâ, âteşîn bir zekâ…’ dedi…”

Ve onu gönderdi.

10.08.2018



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: