HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


Arapça Baskının Önsözü

Yabancı dillerde okuyabildiğim yüzlerce kitap içinde beğenerek yahut tahlîl veya hücum ederek İslâm'dan bahsedenleri arasında, Arapçaya çevirmek için bundan daha lâyık bir kitap bulamadım. İşte bu sebeple dostum Dr. Ömer Ferrûh'tan benim bu arzumu gerçekleştirmesini ve gerekli vazifeyi yerine getirmesini istedim. Çünkü bu (eser), benim branşımdan uzak bulunuyor ve onun ihtisas sâhasına giriyordu.
Bu kitabı, İslâm gençliğinin önüne koymaya beni sevkeden âmil, kitabın, konusunda en geniş veya ele aldığı sâhada en derli toplu oluşu değil, yazarının, pek az kimsenin açıklamaya cesaret edebileceği gerçekleri Müslümanlara açıkça söylemiş olmasıdır.
Bu eser, Müslümanların bugünkü manevî ve kültürel durumlarının ince bir tetkikidir. Yazarın manevî çevresinde dolaşan kalın bir bedbinlik bulutu mevcutsa da aynı zamanda onun, İslâm'ın önceki şerefini tekrar elde edebileceği ve Müslümanların evvelki kültürel ve sosyal kuvvetlerine yine dönebilecekleri hakkındaki ümit şimşeği gözleri kamaştırmaktadır. Bu parlak ümit şimşeği yazara göre kısa bir cümlede özetlenebilir: "Müslümanların, dinlerinin gerçek tarafına yeniden sarılmaları." Bu ise şüphesiz şu meşhur söze râci'dir: "Bir işin sonu da ancak başındaki (usûl ve çare) ile iyileşebilir."
Yazarın bu konudaki delili şu esasa dayanır: "Ondört asır, Arapları bir araya getiren; cemiyet, ilim ve siyaset konularında onları büyük bir kuvvet yapan din, dün onlara sunduğunu bugün de sunabilir. Onun sunacağı öyle bir hayat düsturudur ki, târihin doğuşundan bugüne, beşeri ıslâha yeltenen dînî, sosyal ve ahlâkî nizamlar içinde onun gibisini bulamazsınız."
İslâm, ne husûsî bir milletin, ne muayyen bir beldenin, ne de belli bir zamanın (uygun) dînidir. O, her zaman ve yere muvafık, her millete ve her medenî duruma elverişli tek dindir.
Eski Arapları büyük yapan, târih boyu ona sarılan diğer milletlerin azametini ışığa kavuşturan din, Müslümanların uzun süren gevşeklik ve gafletleri sonucu kaybettikleri büyüklüklerini onlara tekrar vermeye muktedirdir. Ayrıca İslâm, milletler içinde en doğru ve uygun milliyetçiliğe yer verme konusunda da diğer dinlerden güçlüdür.
İkinci Dünya savaşı, yapacağını yapıp gittikten sonra bugün Müslümanlar -ve Müslüman olmayanlar- kalbden doğacak olan bir huzura muhtaçdırlar. Altı yıl bütün cihanı titreten bu felâketlerden sonra şu dönüş, ancak, gemi azıya almış olan maddî ihtiras ve şehvetin, günlük hayatımızda küçük büyük her şeyi önüne kattıktan sonra -bundan vazgeçip- hayatın rûhî ve manevî kıymetlerine dönmesiyle mümkün olabilir.
Bu söz, hayatta maddî didinmeyi bırakmak, hayatın güçlüklerine göğüs germek ve mes'ûliyetlerini yüklenmekten uzak bir mistik hayat yaşamak üzere dünyayı terketmek anlamına aslâ gelmez! Ben hayata bütün yönlerinden bakmak isterim. Bunun da üstünde, hayatın hiçbir yönünün diğerini ezmesini, birinin diğeri içinde eriyip dağılmasını istemem. Zaten din de, hayatın çeşitli yönlerinden birini teşkil etmektedir. Yalnız, bu bakımdan İslâm ile diğer dinler arasında ayırıcı bir vasfın bulunduğu unutulmamalıdır: İslâm dünyayı terkederek -yalnız- âhiret için gayret etmez. Âhireti bırakıp yalnız dünyaya da önem vermez. O, insan hayatına -içinde yer alan bütün unsurlarıyle- bir bütün olarak bakar. İslâm, sulha önem verdiği gibi, harbe de önem verir. Dünyadan büyük çapta faydalanmaya teşvik ettiği gibi, aşırı olmayan zühdü de hoş görür.
Söylemeye ihtiyaç yoktur ki İslâm, akla büyük bir yer ve değer vermiştir. İslâm, insanlığın hayrı (iyiliği) için gelmiş, onların iyiliğine olan hiçbir şeyi haram kılmamıştır. Sonra o, Müslümanları, iyinin azıyle yetinmeye mecbur etmemiş, insanlar için neyin iyi, neyin de kötü olduğunu açıklamış, kendi istediklerini seçebilmek için de onlara aklı bahşetmiştir. "Kim iyi şey yaparsa bu kendisi içindir, kötülük yapanın da -kötülüğü- kendine..."
Bundan dolayı İslâm, iki özellikle -diğer dinlerden- ayrılmıştır:
1. Onun bazı teferruâtının tefsiri, yer ve zamanla değişebilecek durumdadır. Öyle ki bunlar -bu sayede- her zaman ve mekâna uyabilmektedir.
2. O, hayatın bütününe karışan ve katışan bir dindir: Siyaset, ilim, felsefe, ahlâk, ticaret, evlilik, devlet, âile... bütün bunlar, güneşin ışığına bürünen dağlar, nehirler ve ağaçlar gibi, İslâm'ın içinde yer alırlar.
Şu halde İslâm'ı terk, yalnız dini terk ve ihmal etmek değil, bütün yönleriyle hayatı terketmektir.
İşte okuyucunun bu kitapta, düzenli ve genişçe bulacakları bilgiler bunlardır.
Burada işaret etmemiz gerekir ki yazar, aslen Avusturya'lıdır. İslâm dinine girmiş ve Muhammed Esed adını almıştır.1 Sonra, kendi önsözünde görüleceği üzere -bazı sebeplerle- bu kitabı yazmayı istemiştir.
...Şüphe yok ki bu eser, günlerle beraber genişleyecek uğurlu bir hareketin doğuşudur. Allah'ın izniyle onun olgun meyveleri olacaktır.

Dr. Mustafâ el-Hâlidî


1. Yazarın daha önceki adı Leopold Weiss'dır.


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: