HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


Vergi ve Zekât

Vergi ve devlet:
Asırlardan beri fert toplumsuz, toplum da devletsiz olamamıştır. Toplumda istiklâli, güveni, adâleti ve düzeni sağlayan devlet, bu fonksiyonlarını ancak, işe uygun insan ve maddî imkânlarla yerine getirebilmektedir. Günümüzde devletlerin, başka millet ve devletlerden ganîmet, haraç ve toprak alarak gelir sağlama imkânları ortadan kalkmış gibidir. Başka devletlerden ancak, iktisâdi ve ticârî anlaşmalar yahut kredi ve yardımlar yoluyla gelir sağlanabilmektedir. Devletlerin dahilî gelirlerinin önemli bir kısmı vergilerden sağlanmaktadır. Vatandaşından az veya çok vergi almayan bir devlet yok gibidir.

Verginin meşrûiyeti:
Genel olarak verginin meşrûiyeti nimet-külfet dengesine ve zarûrete dayanmaktadır. Toplum devletten belli hizmetleri yerine getirmesini istemekte ve bundan yararlanmaktadır. Devletin hizmeti bir nimet ise bundan istifâde edenlerin gerekli külfeti yüklenmeleri tabiîdir, denge ve adâlet prensiplerine uygundur. Ayrıca devletin, vazifelerini îfa için gerekli bulunan maddî imkânları başka bir kaynaktan (petrol, önemli miktarda kıymetli maden vb.) sağlıyamaması halinde vergi kaynağına başvurması bir zarûrettir. Verginin meşrûiyeti için ileri sürülen sosyal mukavele ve akit teorileri zayıf bulunmuş, hâkimiyet ve zarûret teorileri ise daha tutarlı görülmüştür. Tarihî uygulama itibarıyla vergi servet, gelir ve şahıstan alınmış olmakla beraber sonraları şahıs ve servet kaynaklarından verginin sınırlandırılması, gelirden ise prensip olarak ve makûl ölçülerde alınması cihetine yönelinmiştir.

İslâm âlimleri erken devirlerden itibaren, müslümanlardan vergi almanın cevaz ve meşrûiyetini tartışmışlardır. Müslümanlardan, zekât dışında, vergi adıyla bir şey almak caiz değildir diyenler:
a) Müslümanın servetinde zekâttan başka bir hakkın bulunmadığı;
b) Mülkiyetin dokunulmazlığı prensiplerinden ve
c) Vergiyi yasaklayan hadîslerden destek almışlardır.

Gerektiğinde devletin, müslümanlardan vergi almasının caiz ve meşrû olduğunu savunan çoğunluk ise şu delillere dayanmışlardır:
a) İslâm, müslümanları kardeş ilân etmiş ve aralarında dayanışmalarını emretmiştir.
b) Zekâtın harcanacağı kalemler belli ve sınırlıdır; devletin giderleri ise sınırsız denilecek kadar çok ve çeşitlidir.
c) "Zararı ve kötülüğü önlemek fayda sağlamaktan önce gelir", "Genel zararı önlemek için özel zarar göze alınır" , "Çok iyi az iyiye, az zarar çok zarara tercih edilir" gibi genel kaideler vardır.
d) Zekâtı harcama kalemleri içinde yer alan "Allah yolunda" faslı dışında müslümanlar, malları ile cihâda teşvik edilmişlerdir. Mal ile cihâd, zekât dışında ödemeleri gerekli kılmaktadır.
e) Devletin hizmet ve nimetlerinden istifâde edenlerin, bunların var olmasını ve devamını sağlayacak olan külfete de katlanmaları gerekir.
Vergiye karşı olanların delilleri de tutarlı ve yeterli değildir; çünkü
a) Müslümanın servetinde başkalarının, zekât dışında da hakları vardır. Bu haklar içinden:
aa) yakınlık derecesine göre sıralanan akrabalar arasındaki nafaka yükümlülüğü,
ab) Aç, açık ve çıplak kalan bir insanın asgarî ölçüde de olsa yiyecek, giyecek ve barınak sahibi kılınması yükümlülüğü,
ac) Kullanılacak kap, âlet ve eşyaya zarûret derecesinde muhtaç bulunan komşulara bunların âriyeten verilmesinin gerekliliği üzerinde ittifak vardır.
b) Mülk Allah'ındır, insanların mülk üzerindeki tasarrufları vekâlet sıfatı iledir, kanun vâzıı da Allah Teâlâdır. İmdi Allah Teâlâ kendi mülkünden bir parçanın belli bir yere verilmesini vekiline emredince vekilin bunu vermeye mecbur olması, vermediği takdirde kamu vekilinin (devletin, devlet yetkilisinin) bunu zorla alması mülkiyet ilkesine ve hakkına aykırı değildir.
c) Hz. Peygamber'den (sav) nakledilen ve vergi (meks) alınmasını meneden hadîsler câhiliye devrinden kalma haksız ve ölçüsüz vergilerle ilgilidir.

Meşrû verginin şartları:
Devletin gerektiğinde müslümanlardan vergi almasının caiz olduğu hükmünü benimseyenler, meşrûiyet için bazı şartların gerçekleşmesini de zaruri görmüşlerdir:
1. İsrafsız işletilen devlet maliyesinin vergiye ihtiyacı bulunacak, başka bir kaynaktan bu ihtiyacı gidermek mümkün olmayacaktır.
2. Vergi yükü vatandaşlara adâletle dağıtılacak, vergi ihtiyaç fazlası maldan ve gelirden âdil ölçüler içinde alınacaktır.
3. Toplanan vergi gelirleri, İslâm'ın meşrû gördüğü, cevaz verdiği amme menfâatlerine ve hizmetlerine sarfedilecektir.
4. Verginin konması, toplanması ve sarfına ait esaslar ve kaideler, usûlüne uygun danışma yoluyla tesbit edilecektir.
Bu şartlar dahilinde vatandaşlardan vergi toplamak caizdir, meşrûdur; çünkü âdildir ve zaruridir.

Zekât ve Verginin birbiri yerine sayılması:
a) Verginin zekât sayılması:
Geçmişte ve günümüzde sayıları az da olsa bazı âlimler, devletin, sultanın, haklı veya haksız olarak vatandaştan aldığı vergilerin, ödenirken niyet edilmesi halinde zekât yerine geçebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüşün sağlam bir delili yoktur.
İbn Hacer Heysemî, İbn Âbidîn, Şeyh Uleyş, R. Rızâ, Şeltût, Ebû Zehra, Kardâvî gibi âlimlere katılarak biz de verginin şu sebeplerle zekât yerine geçemeyeceği hükmünü benimsiyoruz:

1. İbâdet ve niyet:
Zekât bir ibâdettir, bu ibâdeti yerine getiren mükellefin niyet etmesi ve ibâdeti usûlüne uygun olarak edâ etmesi gerekir. Vergide ne böyle bir niyet, ne de usûlüne riâyet vardır.

2. Miktarlar:
Zekâtın hangi mallardan, ne zaman ve ne kadar alınacağı, kimlere nasıl verileceği, kimlere verilmeyeceği ilgili nasslarla belirlenmiştir. Bunlara riâyet edilmediği takdirde verilen ve alınan zekât olmaz. Vergide bu miktarlara uyulmadığı gibi, alınacak mallar ve malların (matrahların) miktarları da zekât sınırları dışına çıkmaktadır.

3. Sarf yerleri:
Zekâtın kimlere verileceği, nerelere sarfedileceği ve kimlere verilmeyeceği âyet ve hadîslerle tesbit edilmiştir. Zekât; yoksula, geliri giderini karşılamayanlara (dar gelirlilere), şahsı için borçlanmış kimselere, azâd edilecek köleye ve gurbette parasız kalmış kimselere, Allah yolunda savaşanlara, İslâm'a kendisi veya yardımı kazandırılmak istenen kimselere, zekât memurlarına ve topluluk menfâati için borçlanmış, külfete girmiş kimselere verilir. Zekât gayr-i müslimlere, kişinin nafakalarını teminle yükümlü bulunduğu akrabaya, zenginlere... verilmez.
Devletin vergi gelirlerini harcadığı başlıca kalemler şunlardır:
Personel, savunma, sağlık, eğitim ve kültür, ulaşım, enerji, sulama, çevre koruma, güvenlik ve asayiş, sosyal güvenlik ve bütün bu hizmetler için gerekli binalar, tesisler, araçlar...
Zekâtın sarf kalemleri ile verginin harcama kalemleri mukayese edildiğinde, arada bazı tedâhuller bulunmakla beraber, birbirinden ayrı ve farklı oldukları açıkça görülmektedir. Zekâtın vergi yoluyla ödendiği düşünülerek ortadan kaldırılması halinde yalnızca İslâm'ın temel ibâdetlerinden biri ortadan kaldırılmış olmayacak, aynı zamanda onun baş hedeflerinden biri olan sosyal adâlet, sosyal refah ve tebliğ de gerçekleşmemiş, yukarda sıralanan sarf yerleri, muhtaçlar ve hizmetler mahrum ve âtıl kalacaktır. Dünyada herhangi bir İslâm ülkesinin topladığı vergilerle zekâtın bütün amaçlarını gerçekleştirdiğini varsaysak bile, zekâtın bir ibâdet ve sembol olarak varolması, rahmetini -yakından uzağa- millî sınır tanımadan bütün ümmete yayması gerekmektedir; İslâm'ın amacı budur.

4. Örnek uygulama:
Rasûl-i Ekrem (sav) ve onun Râşid Halîfeleri zekâtı, devletin diğer gelirlerinden titizlikle ayırmışlar, onun için ayrı bir bütçe ve hazine oluşturmuşlar, Kur'ân-ı Kerîm'de öngörülen yerlere sarfetmişlerdir. Bu uygulamanın örnek alınması aynı zamanda bir dînî vecîbedir.

b) Zekâtın vergi sayılması:
Bilhassa laik ülkelerde yaşayan müslümanların bir kısmı ya "bu gibi ülkelerde devlete vergi vermek caiz değildir" diyerek, yahut da "devlet, bizden topladığı vergilerle zekâtın amaçlarını gerçekleştirmiyor, bunu biz gerçekleştirmeliyiz" şeklinde düşünerek devletten vergi kaçırmakta ve bunu zekât olarak sarfetmektedirler. Başka bir ifade ile "ödedikleri zekâtı vergi sayarak" vicdanen rahatlamaktadırlar. Biz bu mânâda zekâtın da vergi yerine geçmeyeceği kanâatindeyiz. Çünkü verginin meşrûiyet gerekçesi zekâtınkinden farklıdır; vergi daha ziyade nimet-külfet dengesine, adâlete ve zarûrete dayanmaktadır. Herhangi bir ülkede yaşayan, bu ülkede toplanan vergilerle sunulan hizmet, nimet ve güvenliklerden faydalanan insanların -ödeme güçleri bulunduğu takdirde- bunun bedelini ödemeleri bir borçtur; aksi halde milyonlarca insanın hakkını üzerlerine geçirmiş, hakları olmayan hizmet ve menfâatlerden yararlanmış olurlar, ödeyenlerin yüklerinin artmasına sebep olurlar. Burada devletin niteliği değil, birlikte yaşayan insanların ortak ihtiyaçları, bu ihtiyaçları gidermek üzere ortak katılımları, bunlarla gerçekleştirilen hizmetlerden yararlanmanın -imkânı olanlar için- gidere katılma şartına bağlı olması, aksi halde milyonlarca insanın hakkını gasbetmiş olma sonucu önemlidir. Bu haksız faydalanma ve gasb günahından, ayıbından kurtulmanın yolu gidere katılmak; yani vergi vermektir. Devletin, toplanan verginin bir kısmını israf etmesi, İslâm'a göre meşrû olmayan yerlerde sarfetmesi, bazı önemli ihtiyaçlara pay ayırmaması mahzurları iki yol ile giderilebilir.
1) Niyet:
Vergiyi veren, meşrû yerlere harcanmasına niyet eder, bu harcamaları (kalemleri) göz önüne alarak verir.

2) Zekât:
Kazancın bir kısmı da zekât olarak verileceği için ihmal edilen harcama kalemleri bununla telafi edilir.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: