HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


İslâm Dünyasında Yeni İctihad Teşebbüsleri18
Giriş:
A - İctihadın mânâ ve mahiyeti:
İctihad, "özellikle ilgili delillerden fer'i-şer'i hükümleri çıkarmak için sarfedilen ilmî ve fikrî çaba" şeklinde tarif edilmiştir. İmam Şâfiî gibi ictihadı kıyasla eş mânâlı sayan âlimler bulunmakla beraber, Ebû Bekr er-Râzî el-Cessâs (v. 370/980) gibi onu farklı ve daha geniş mânâlı anlayan ve uygulayan fıkıh bilginleri çoğunluktadır. "Nassın bulunduğu yerde ictihad caiz değildir" kaidesi19 ya nass karşısında kıyas ictihadını menetmekte, yahut da nassa karşı ve aykırı ictihadı mahkûm etmektedir. Nassın bulunduğu konularda onu anlama, delâletlerinden faydalanarak şümulünü tesbit etme, nassa dayalı hükmün illetini (hükme esas olan vasfı) bulma, hükmü hayata ve olaylara uygulama... çalışmaları hep birer ictihattır. Ve bunların men'i sözkonusu değildir. Biz ictihadı geniş mânâsıyla alıyor, "Tefsir ve kıyas yanında, örf, mesâlih ve zarûretten hareketle hükme varma usullerini" de ictihad içinde mütâlaa ediyoruz.

B - İctihada ihtiyacımız:
İslâm'ın ana kaynakları müslümanları Allah ve Resûlü'ne (sav) bilerek, delile dayanarak itaat etmeye, kitap ve sünnet yolundan ayrılmamaya davet etmektedir. Bu davete icabet farzdır; toplum için farz-ı kifâye, fertler için ilmî güce bağlı olarak farz-ı ayndır. İlmî gücü olanların başkalarını taklid etmeleri, Allah ve Resûlü'ne (sav), başkalarının yorum ve anlayışlarına göre itaat etmeleri caiz değildir. Gücü bulunmayanlar için taklidi caiz görenler de bunu zarûrete bağlamışlardır. "Zarûret kendi miktarını aşmamalıdır" kaidesine göre fertler taklid içinde rehavetli bir ömür geçirmek yerine, buldukları imkân ölçüsünde dinin ana kaynaklarına yönelmek, azar azar da olsa taklidî müslümanlıklarını ittibâ ve ictihad mertebesine çıkarmakla mükelleftirler.
Toplumun hayatı müctehidlere muhtaçtır. Bu ihtiyaç yalnızca "farz-ı kifâye" mefhumundan değil, aynı zamanda İslâmî hayatın zarûretinden gelmektedir. Sınırlı nassın, sınırsız gelişme ve oluşmaları, teker teker hükme bağlamamış olması tabiidir. Ayrıca hastalık geldikten sonra doktor yetiştirmeye kalkışmak ile, dini mesele ortaya çıktıktan sonra müctehid yetiştirmeye kalkışmak arasında, tutarsızlık bakımından, önemli bir fark yoktur.20

C - Geçen asırdaki ictihad teşebbüsleri:
Fert ve toplum için dinî bir vecibe ve hayatî bir zarûret olan ictihad hareketi tarihî sebepleri21 içinde önce zayıflamış, sonra büsbütün durmuştu. Karanlık gecede arasıra çakan şimşek misali şurada burada ictihattan bahseden veya bizzat ictihad eden âlimlerin sesi kalabalığın gürültüsü içinde boğuluyordu. İslâm toplumunun gelişme ve ilerleme çağında elde ettiği, siyâsî, askerî ve ekonomik gücü ile ilim ve kültür mirası arkadan gelen nesilleri beslemeye asırlarca yetti. Ancak bu arada hıristiyan Avrupa, Haçlı Seferleri, Sicilya ve İspanya gibi kendilerine yakın İslâm ilim ve kültür merkezleri, ticârî seyahat ve temaslar... sayesinde uyanarak, rönesans ve reform hareketlerini gerçekleştirme imkânını elde ettiler. Sanat, düşünce ve ilimde inkılâb, 18. asırdan itibaren sanayi inkılâbını, bütün bunlar Avrupa devletlerinin güçlenip gelişmesini, müslümanlar lehine kaybettiklerini geri alma ve İslâm ülkelerinde yayılma hareketine girişmelerini sağladı. Avrupa'da bu gelişmeler olurken maddî ve mânevî mirası yiyen, etrafında olup bitenleri dikkat ve tedbirle takip edemeyen İslâm toplumları ancak bütün cephelerde İslâm'a ve müslümanlara düşman milletlere yenilmeye başlayınca, hayli gecikmiş olarak, uyanma dönemine girmişlerdir. İşte bu gelişmelerin ve ihtiyacın 19. asırdan itibaren ortaya çıkardığı ıslâhâtçı kişilerin (müceddidlerin) programlarındaki ortak noktalardan biri "taklide karşı çıkmak ve ictihadı teşvik" etmektir. Ortaya çıkan yeni meseleler üzerinde ictihad etme yanında taklidi yerme ve ictihadı savunmayı da "ictihad teşebbüsü" sayarak önceki asrın müteşebbislerine şu örnekleri vermek istiyoruz.
1. Hindistan'da Şah Veliyyullah'ın (v. 1762) açtığı ıslâhât çığırı, kendisini takip eden müceddidler ile okul haline gelmiştir. Bu okulun mensuplarından Seyyid Ahmed (v. 1831), Şah Veliyullâh'ın "ıslâhâtçı okulunu bir cihad hareketi şekline sokmuştur."22 Şah Veliyyullâh ve tâbîlerinde ictihad büyük teşvik görmüş, sahih hadîslere aykırı reylerle amel menedilmiş, taklid ancak zarûrete bağlı olarak caiz görülmüştür. Yine Hindistan'da Sıddîk Hasan Han (v. 1889), aşağıda zikredilecek olan Yemenli müctehid Şevkânî'yi örnek almış, kendisi taklidi terkettiği gibi yazdığı çeşitli risalelerle ictihad hareketini savunmuş ve teşvik etmiştir.23 1886'da vefat eden Hindistanlı Abdulhayy Lüknevî ictihad ve taklid konusundaki fikirleri ile Dehlevî okulunun temsilcilerinden olmuştur.24
2. Yemenli mutlak müctehid Muhammed b. Ali eş-Şevkânî (v. 1834) usûlde ve fürûda tamamen ictihad mahsulü eserler yazdığı gibi25 bazı risalelerini taklidin men'i ve ictihadın gerekliliğini izah ve müdafaya tahsis etmiştir.26 Zeydî bir muhitte yetişmiş olmasına rağmen kendisi itikatta selefî, fıkıhta Sünnî usûl çerçevesinde müctehiddir.
3. Kuzey Afrika'da ve özellikle Libya'da Muhammed b. Ali es-Senûsî (v. 1859) zahirde tasfiyeci vehhâbî hareketi ile bâtında tasfiyeci tasavvuf hareketini birleştiren bir tarikat kurmuş (Senûsiyye), eserlerinde taklidi yermiş, ictihadı savunmuş, ictihad kapısının kapandığı iddiasını muknî deliller ve örnekler vererek reddetmiştir.27
4. Bugün Sovyet Rusya sınırları içinde kalan Kazan vilayetinin Mercân kasabasından Şihâbuddîn b. Bahâuddîn el-Mercâni (v. 1889) ictihad mertebesine geldiğini açıklamış, gerektiğinde önceki asırlarda yaşamış müctehidlerin görüşlerini tenkit etmiş ve ictihad mahsulü eserler yazmıştır.28
5. Başta Mısır olmak üzere birçok İslâm ülkesinde mektep kişi olarak kabul edilmiş bulunan Cemâleddin Efgânî'nin (v. 1897) ıslâhât programı içinde ictihadın önemli bir yeri vardır. O'na göre İslâm toplumlarının zayıf kalma amillerinden biri de ictihad kapısının kapalı olduğu inancıdır. Kapı açıktır, ictihad ehliyetini kazanmak imkânsız değildir, ictihad devam etmelidir.29

D. Asrımızda ictihad hareketinin önemli merkezleri ve simaları
Yirminci asra girerken Avrupalıların denge gereği ölmesine de, sıhhat ve güç kazanmasına da izin vermedikleri hasta adam Osmanlı Devleti'nin miadı dolmuş, 1878 Berlin Konferansı'ndan itibaren mezkûr ülkeler mirasın paylaşılmasını müzakere masasına getirmişlerdi. Benimsenen yeni siyaset gereği İngilizler 1878'de Kıbrıs'ı 1882'de Mısır'ı; Fransızlar 1831'de Cezâyir'i, 1881'de Tunus'u istilâ ettiler. İslâm devletlerinin zayıflığından faydalanan Avrupalıların istilâları artarak devam edecek ve bütün İslâm dünyasını kaplayacaktır.
19. ve 20. asır ıslâhâtçıları, sömürgecileri İslâm ülkelerinden atmak ve İslâm toplumunu, yükselme çağının madde ve mânâda güçlü günlerine döndürebilmek için geri kalış sebepleri üzerinde durup çareler aradılar. Hemen hepsinin ittifak ettiği bir zayıflama ve geri kalma sebebi de ictihad kapısının kapanması, taklidin, şuursuz ve tefekkürsüz dinî hayatın müslümanlara hakim oluşu idi. İşte bu sebeple Hindistan'dan Fas'a kadar birçok ülkede ortaya çıkan ıslâhâtçılar taklide savaş açmış, ictihadı teşvik etmiş, ferd ve kuruluşlar olarak ictihad teşebbüslerinde bulunmuşlardır.

1. Mısır:
Şeyh Muhammed Abduh (v. 1905) hocası ve kader arkadaşı Cemaleddîn Efgânî'nin daveti üzerine Paris'e gitmiş ve orada el-Urvetü'l-vüskâ isimli bir dergi çıkararak30 aynı adı taşıyan gizli bir cemiyet vasıtasıyla İslâm dünyasına dağıtmışlardır. Derginin ilk sayısında neşredilen ve çıkış maksadını açıklayan yazıdaki bir madde mevzûmuzla ilgilidir: "Bütün müslümanları, selefin tutunduğu köklere tutunmağa çağırmak, çünkü bu işin evveli ne ile düzen buldu ise sonu da onunla düzelecektir."
Abduh ömrü boyunca bu prensibe sadık kalmış; el-Ezher'de giriştiği ıslâhât teşebbüsünde, derslerinde ve eserlerinde taklidin yerine ictihadı ve ilmî düşünceyi yerleştirme gayesini hedef almıştır. Mısır Müftüsü olduktan sonra verdiği fetvâlar genellikle icthada dayanmaktadır. Bunların içinde posta sandığına para yatırmak, hayat sigortası, şapka giymek gibi yeni konulara ait olanları da vardır.
Abduh'un en sadık ve meşhur talebesi Reşîd Rızâ (v. 1935) Suriye'den Mısır'a göçtükten sonra hocası ile iştişare ederek genel hedefleri el-Urvetü'l-vüskâ ile aynı olan el-Menâr dergisini 1898 yılında çıkarmaya başlamıştır. Dergide taklidi yeren, ictihadı teşvik eden yazılar, eski ve yeni müelliflere ait risaleler neşretmiş,31 ayrıca 1904 yılından başlayarak vefatına kadar bin civarında dinî suale yazılı cevap (fetvâ) vermiştir. Vefatından sonra altı cild halinde toplanıp neşredilen32 bu fetvâlar, eski ve yeni bir çok meseleye cevap getirmekte ve kitap, sünnet, istihsan, mesâlih (amme menfaatı), örf gibi şer'î delillerden ictihadla çıkarılmış bulunmaktadır. Reşîd Rızâ'nın 1325 yılında basılan ve Türkçe tercümesi de iki defa basılmış bulunan33 Muhâverâtü'l-muslih ve'l-mukallid isimli eseri, İslâm dünyasının ve müslümanların çeşitli problemleri yanında bilhassa ictihad ve taklid konularını işlemekte, karşılıklı konuşmalar halinde taklidi mahkum ve ictihad hareketini teşvik eylemektedir. Abduh'un talebelerinden olup bilâhare Ezher şeyhliği yapan Mustafa el-Merâgî 1935 yılında, Ezher ulemâsından kurulu bir fetvâ heyeti teşkil etmiştir. Bu heyet, fetvâlarında belli bir mezhebe bağlı kalmamış, delili kuvvetli olan ictihadları tercih etmiş, hakkında nass bulunmayan meselelerde umûmî ve husûsî örfe, âmme menfaatine ağırlık vermiştir.34
1961 yılında çıkan ve Ezher Üniversitesi'ni yeniden düzenleyen kanun, Meşîhatü'l-Ezher bünyesinde Mecmau'l-buhûs isimli bir kuruluşa da yer vermiştir. Bu kuruluşun, İslâm'ın araştırılması ve yayılması hedeflerine yönelik çeşitli komisyonları ve faaliyetleri içinde mevzûumuzu yakından ilgilendiren birisi de 1964 yılından bu yana yapılgelen ilmî kongrelerdir (el-mu'temerât). Şimdiye kadar dokuzu gerçekleştirilen bu milletlerarası ilmî toplantıların ilkinde (Mart, 1964) ictihad ve taklîd konularındaki tebliğlere ağırlık verilmiş ve bu mevzûuda şu kararlar alınmıştır.
a) Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet dinî hükümlerin asıl kaynaklarıdır. Bu iki kaynaktan hüküm çıkarmak, şartlarını taşıyan ve ictihadını caiz olan sahada yapmış bulunan her müslümanın hakkıdır.
b) Müslümanların menfâatlerini korumak ve yeni ortaya çıkan meseleleri şer'i hükümlerine kavuşturabilmek için öncelikle fıkıh mezheblerinden ihtiyâcı karşılayan ictihadları seçmek gerekir.
c) Aranan hüküm fıkıh mezheblerinde bulunmazsa önce mezheblerin usûlü dairesinde, bu da mümkün olmazsa mutlak mânâda toplu ictihada (el-ictihâdu'l-cema'î) başvurulur. Kuruluş, gerektiğinde başvurulmak üzere toplu icitihadın yollarını tanzim edecektir.35
Kuruluş, yaptığı dokuz toplantıda siyâsî, ictimâî, iktisâdî, dinî ve hukukî birçok konuyu ele almış, hazırlatılan tebliğler tartışılmış, tavsiye kararları alınmıştır. Bunlardan bazı örnekler vermek gerekirse:
Birinci kongrede ictihâd, ikincisinde çeşitli şekilleri ile sigorta, faiz ve zekât; üçüncüsünde yine sigorta, dinî günler ve bayramların tesbit usûlü, haccda kesilen kurbanların değerlendirilmesi, dördüncüsünde İslâm ülkelerinin faydalanabilmesi için çeşitli kanun taslaklarının hazırlanması... konuları, yukarıda zikredilen usûl ve ölçüler içerisinde incelenmiş ve hükme bağlanmıştır.
Ezher'in başlattığı bu toplu ictihad teşebbüsü aşağıda zikredeceğimiz benzerlerine de örnek olmuştur.

2. Suriye:
Cemaleddin el-Kâsimî (v. 1914) bu asrın başlarında Suriye'de dinî ve ictimâî ıslahat öncülüğü yapanların başında gelir. 49 yıllık ömrü içinde, çeşitli meşgaleler arasında, 100'ün üzerinde eser veren bu gayretli âlim, Şah Veliyullah, Abduh gibi müceddidlerin takipçisidir. Onun ictihada davet konusundaki faaliyetleri idarecileri tedirgin etmiş, "Cemâlî Mezhebi" diye bir mezheb kurduğu iddiasıyla gözaltına alınmış, kitapları müsadere, tetkik ve iade edilmiştir. İctihad-taklid konusundaki düşüncelerine şu sözleri ışık tutmaktadır:
"Hak ve isabet yalnızca bir mezhebin veya görüşün inhisarında değildir. Allah bu ümmete birçok müctehid verme lütfunda bulunmuştur. İctihad yoluyla ilmî ıslâhâttan maksat bir mezhep kurup halkı ona çağırmak değil, ilim yolcularının azimlerini kamçılamak, meseleleri delilleriyle birlikte kavramalarını sağlamaktır. Biz ictihatta müstakiliz; ne taklid eder ve ne de taraf tutarız."36
Kâsimî ve arkadaşı Abdurrezzâk el-Beytâr'ın gayretleri boşa gitmemiş, aynı yolu benimseyen M. Ahmed Zerkâ, Ma'rûf Devâlibî, Saîd Ramazân el-Bûtî gibi âlimler Suriye'de bu temayülün temsilcileri olmuşlar, tesirlerini kendi ülkelerinin dışına da taşımışlardır.

3. Tunus:
Tunus'ta, müftülük ve Zeytûne Üniversitesi şeyhliği (rektör mesabesinde) yapmış bulunan Muhammed Tâhir b. Âşûr, Efgânî ve Abduh'un yolunda yürümüş, Abduh gibi o da âlimler topluluğunun (akademi vb.) ictihadını teşvik etmiştir:
"İslâm ümmetinin ülke ve halk olarak ihtiyaçları ölçüsünde ictihad farz-ı kifâyedir. Yolları ve vasıtaları imkân dahilinde ve güçleri mevcut olduğu halde ictihad mevzûundaki kusurları sebebiyle ümmet günaha girmiştir. (Ulemâ, kendi dinî hayatlarında uygulamak üzere ictihada kendilerini verme imkânını kullanmadıkları için günahkârdır. Halk, âlimlerden bunu istemedikleri, ictihadı teşvik eden ehliyetli kişilerden yüz çevirdikleri için günaha girmişlerdir. İdareciler, âlimleri ictihada sevketmeyi ihmal ettikleri için günah işlemişlerdir.) İctihad müessesini kapalı tutmanın kötü tesirleri, önceki müctehidlerin yaşadığı zamanlardakine benzemeyen meseleler ile ümmetin, reyler içinden bir rey (ictihad, mezhep) ile amel etmek durumunda oldukları meselelerde ortaya çıkmaktadır. Bu ikinci durumda âlimler mezheplerin görüşlerinden birini tercih etmelidirler... Bütün bunları yapmak üzere İslâm ülkelerinde bulunan âlimlerin en ehliyetli olanları seçilmeli ve bir akademi (mecma') kurulmalıdır.37

4. Cezayir:
Cezayir'in doğusunda Konstantiniyye şehrinde doğan Abdülhamîd b. Bâdîs (v. 1940) Cezayir'in kurtuluş hareketinin olduğu kadar, bu ülkedeki dinî ve içtimâî ıslâhâtın da unutulmaz siması, büyük lideridir. Zeytûne Üniversitesi'nde okumuş, et-Tâhir b. Âşûr'un öğrencisi olmuş, 1912'de Hicâz'a giderek buradaki selefî âlimlerden ilim ve fikir almıştı. İbn Bâdîs memleketine döndükten sonra ders, kitap, konferans ve periyodik neşriyat vasıtaları yanında 1931'de kurduğu "Cem'iyyetü'l-ulemâi'l-müslimîne'l-Cezâyyiriyyin" cemiyeti yoluyla görüşlerini yaymış, mektebini yerleştirmiştir.
Abduh, İbn Âşûr gibi ıslâhâtçıların çizgisini takip eden İbn Bâdîs, ülkesinin şartları öyle gerektirdiği için daha çok tarikatlere cephe almış, bu arada kitap ve sünnete dönmeyi kurtuluş şartı saymıştır.38
İbn Bâdîs ve Mâlik b. Nebî gibi öncülerin peşinden giden Cezayirli aydınlar ve idareciler her yıl tekrarladıkları milletlerarası ilmî toplantı ve kongrelerden (el-Mültekâ) birini de (1983'te yapılan) ictihad konusuna tahsis etmişlerdir. Toplantıyı tertipleyen Din İşleri Bakanı açış konuşmasında "Bu asırda ictihad ile yeni meselelere cevap getirilemeyince meydanın ehliyetsiz tahrifçiler ile donuk mukallidlere kaldığını, ulemanın ictihad hareketini ihya ile mükellef bulunduklarını" ifade etmiştir. İctihadın mahiyeti, geçmişi, halihazır durumu, geleceği, ictihad konuları, şekli, müctehid yetiştirme yolları gibi konularda yüzlerce tebliğin tartışıldığı bu toplantıda şu tavsiye kararları alınmıştır.
Ürdün İslâm İlâhiyyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdülaziz Hayyât başkanlığındaki birinci komisyonun kararları:
a) Ehliyetsiz kişilerin yanıltıcı ictihadlarına karşı müslümanları uyarmak gerekir.
b) Ulemanın, çağımızın getirdiği meseleleri çözmek üzere ictihad etmeleri gereklidir.
c) Öğretim müesselerinde programlar müctehid yetiştirmeyi hedef alarak düzenlenmelidir.
d) Halkın, meselelerini, ehliyetli âlimlere götürmeleri istenmelidir.
e) Âlimler, asrın problemlerini kavrayacak seviyeye gelmeli ve asrın problemlerini halletmek için mutemed mezheplerden (ictihadlardan) en uygun olanını seçmelidirler...
f) Kitap ve sünnetin nassları ile icmaa aykırı ictihad yapılamaz.
Ma'rûf Devâlîbî'nin başkanlığındaki ikinci komisyonun kararlarından bazıları:
a) Komisyon bu asırda ictihadın zarûrî olduğu hükmünü teyid eder.
b) İslâm dünyasında ferdî veya toplu halde (cemâî, akademilerde) yapılan ictihad teşebbüslerine bir bütünlük ve düzen kazandırılmalı, faaliyetlerin haber ve bilgisini yayan periyodikler çıkarılmalıdır.
c) Bir İslâm fıkıh ansiklopedisi çıkarılmalıdır.
d) Mukeyeseli İslâm hukuku tedris eden fakülteler kurulmalıdır.
e) İctihad komisyonları ve akademileri öncelikle şu konular üzerinde durmalıdır:
- İslâm İktisad teorisini ortaya koymak.
- Sosyal adalet prensibini incelemek.
- İslâm bankaları tecrübesini ve İslâmî sigorta müesseselerini incelemek, sonra da bunları İslâm ülkelerinde yaygınlaştırmak.
- Gıda ve meşrûbat mevzûularında haram-helâl açısından incelemeler yapmak.
-Haccda kesilen kurbanlar meselesini, fukaralığa çare ve israfı önleme prensiplerinden hareketle çözüme bağlamak.
- Yeni bazı ameliyat şekillerini ve organ nakillerini, insanın değeri ve hayat hakkı açısından inceleyerek şer'î hükme kavuşturmak...
Dr. Fâdıl el-Cemâlî'nin başkanlığındaki üçüncü komisyon, müctehid yetiştirme hedefine yönelik eğitim ve öğretim tedbirlerinin alınmasını teyid etmiş, değişecek ictihadların örf, âdet ve zamana bağlı amme menfaatlerine dayalı olan ictihadlar olduğunun altını çizmiş, toplu ictihadların gerekliliğine işaret etmiş ve ictihad mertebesine gelememiş insanların taassub göstermeden bir mezhebe tâbî olabileceğini ifade etmiştir.39

5. Hindistan ve Pakistan:
Şah Veliyyullâh'ın vatanında önemli idarî mevkilere de gelmiş bulunan Ebu'l-Kelâm Âzâd'ın (v. 1959) uzunca bir makalesini, taklidi ve ictihadı ihya çağrısı ile noktaladığını görüyoruz: "davetsiz (irşad ve propagandasız) ıslâhât, delilsiz davet olmaz. Taklid devam ettikçe delile bakılmaz. Şu halde kör taklidin kapısını kapayıp, ictihad kapısını açmak her ıslâhın ilk hareket noktasıdır..."40
Geçen asrın sonlarında vefat eden Seyyid Ahmed Han (v. 1898), bu asrın başında yaşayan Seyyid Emîr Ali (v.1928), halen yaşamakta olan Dr. Fazlurrahman gibi, usûl-i fıkh ve Ehl-i Sünnet prensiplerini zorlayan modernistleri klâsik ictihad çizgisi dışında tutarsak, Ebu'l-Kelâm Âzâd, Şiblî Nu'mânî (v. 1914) gibi zevât, Cemaat-i İslâmî denilen bir ihyâ hareketinin (Veliyullâh, Abduh ve İbn Bâdîs çizgisinde selefî hareket) zeminini hazırlamışlardır.41 Ülkemizde de tanınan Ebu'l-Â'lâ el-Mevdûdî merhum ile Ebu'l-Hasen en-Nedvî bu çizginin temsilcileridir.
Pakistan Devlet Başkanı Ziyâ ül-Hakk'ın isteği üzerine "İslâm Düşüncesi Meclisi" tarafından hazırlanan ve 1982 yılında ilk baskısı yapılan rapor Pakistan ekonomisinden faizi kaldırmayı hedeflemiş bir toplu ictihad örneğidir. Müzakerelere meclisin İslâm ilimlerinde mütehassıs 12 üyesinden başka ekonomi dalında ihtisası olan 15 şahıs katılmıştır. Meclis'in raporu faizsiz bir ekonominin hem uygulanabilir, hem de yüksek insânî ve ahlâkî değerlere uygun bir sistem olduğunu ortaya koyan başarılı bir denemedir.42

6. Suûdî Arabistan :
İbn Teymiyye yolunda bir ıslahat hareketine imam olan Muhammed b. Abdulvahhâb'ın selefî din anlayışına dönüş davetine icabet eden Suudî Arabistan'da hakim fıkıh mezhebi Hanbelî mezhebi olmakla beraber, Kral Abdülazîz b. Suûd şu talimatı vermiştir: "İhtilaflı meselelerde delili en kuvvetli mezhep tercih edilerek hüküm teke indirilmelidir."43
Râbıtatü'l-Âlemi'l-İslâmî'ye bağlı olup yedi seneden beri Mekke'de faaliyet gösteren "Fıkıh Akademisi (Mecmau'l-fıkh)", inceleme ve araştırmalarını toplu ictihad metoduna göre yürütmektedir. Akademi Müdürü Dr. Tallâl Ömer Bâfakıh, sekizinci dönem çalışmaları dolayısıyla yaptığı bir açıklamada akademinin faaliyetinin ictihadla alâkasını şu cümlelerle açıklamıştır: "Akademi müslümanların dinî ve dünyevî hayatlarında, ailevî, ictimâî ve iktisâdî hayatlarında ortaya çıkan meselelerle meşgul olmaktadır. Bazan fıkıh kitaplarında bahsi geçmeyen meseleler ortaya çıkıyor ve ictihada ihtiyaç gösteriyor. Akademi, kitap ve sünnete dayalı toplu(cemâî) ictihad ile reyini ortaya koyuyor -ki bu, asrımızda ictihattır- ve müslümanlara iyileştirici ilacı ihtiva eden çözümler sunuyor."44
1981 yılında Tâif'te yapılan 3. İslâm Zirvesi'nin tavsiye kararı gereği kurulan Fıkıh Akademisi'nin açılış merasiminde (26 Şaban 1403/1983) Kral Fahd b. Abdülaziz, İslâm âlimlerini ictihad yapmağa çağırmış ve şöyle demiştir: "Bizim düşüncemize göre müslümanların bölünmesi, âlimleri, yeni meseleleri toplu ictihad ile hükme kavuşturma konusunda çekingen kılmıştır. Bugün -kardeşlerim- olay ve suallerin nasıl çoğaldığını görüyorsunuz. Bütün zaman ve mekânlarda âlimlerin ve müctehidlerin bolca bulunmasına rağmen problemler çoğalmıştır; ancak bu iş eski ve yeni fıkıh üzerinde yeterli araştırma sonunda âlimlerin kabulü ile desteklenmedikçe ferdî ictihad ile yetinilmeyecek kadar önemlidir ve Allah'a karşı sorumluluk taşımaktadır."45
Mezkûr akademi bu merasimle faaliyetlerine başlamıştır. Bu yıl hazırlanan faaliyet programında yeniden neşredilecek eserelerin listesi yanında, üyelerin görüşleri alınarak hazırlanmış araştırma ve fetvâ konuları cetveli vardır. Bu konuların bir kısmı el-Ezher'in Mecmau'l-buhûs'unda da ele alınmıştır, bir kısmı ise yepyeni meselelerdir.

7. Türkiye :
Türkiye'de önce Sırât-ı Müstakim, sonra Sebilürreşâd adıyla intişâr eden, yazarları arasında Manastırlı İsmail Hakkı, İzmirli İsmail Hakkı, Halim Sâbit, Ahmed Naim, Mehmed Akif (Ersoy) gibi zevâtın bulunduğu mecmûa, İslâm'ı anlama ve ıslâhât programı bakımından Efgânî, Abduh mektebinin esaslarını benimsemiştir. İlk üç isim tarafından yazılan makalelerde ictihad kapısının açık ve ictihadın dinî ve hayatî bir zarûret olduğu ortaya konmuştur.46 1908'den sonra derginin başmuharrirliğini üstlenen şairimiz Mehmed Akif Bey, Abduh ve Ferid Vecdî'nin bazı makale ve eserlerini tercüme ederek mecmûada neşretmiştir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi, Beyânu'l-Hak mecmûa-sında neşredilen bir makalesinde ferdî ve toplu ictihadın mümkün olduğunu ve yapılması gerektiğini ifade etmiştir.47
Reşid Rızâ'nın yukarıda sözü edilen eseri, Mezâhibin Telfîkı ve İslâm'ın bir Noktaya Cem'i adıyla Ahmed Hamdi Akseki tarafından dilimize çevrilmiş ve önce Sebilurreşâd'da kısmen tefrika edilmiş, sonra kitap halinde basılmıştır.48
1949 yılında kurulan Ankara İlâhiyât Fakültesi, 1959 yılından itibaren açılan Yüksek İslâm Enstitüleri (sonradan İlâhiyât Fakültelerine çevrilmiştir) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne bağlı İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nde yapılan tezlerin büyük bir kısmı ictihad metodunu kullanan, delil ve araştırmaya dayanan ilmî eserlerdir. Son yıllarda İstanbul'da Ensâr Vakfı ve İslâmı İlimler Araştırma Vakfı tarafından tertib edilen ilmî-İslâmî seminerlerde örtünme, vade farkı, narh ve enflasyon, işçi-işveren münasebetleri gibi konularda araştırma ve ictihad mahsûlü tezler ortaya çıkmış ve tartışılmıştır.

Netice :
Son iki asırda, İslâm dünyasında ıslâhât hareketlerine öncülük etmiş, faaliyetleri yürütmüş olan şahıslar iki grup teşkil etmektedir. Birinci grup akıl-nakil münâsebeti konusunda eski İslâm filozoflarının yollarını tutmuş, akla öncelik vermiş, nakli tevil etmişlerdir. Modernist veya reformcu diye isimlendirilen bu şahıslar, Kur'ân'ın ruhu ile şeklini, maksadı ile örneklerini ve uygulamalarını birbirinden ayırmakta, akla ve fayda prensibine ağırlık vererek nasslara aykırı, fakat kendilerince maksada uygun görüşler ileri sürmektedirler. Tipik örneğini Hindistanlı Seyyid Ahmed Han'da gördüğümüz bu hareketi biz İslâmî ıslâhât ve ictihad içinde görmüyoruz. İhyâcı, muhafazakâr gibi isimlerle anılan, bizim müceddid demeyi tercih ettiğimiz öncüler ise sahâbe devrinden itibaren gelişen, dört mezheb imamının yaşadığı devirlerde tekemmül eden usûl (metodoloji) çerçevesinde kitap ve sünneti yorumlamakta, diğer şer'î delillerden de istifade ederek asrın meselelerine çözümler getirmektedirler. İşte bu mânâda tecdid ve ictihad, asrımızda tartışma konusu olmaktan çıkmış, yukarıda örneklerini sunduğumuz ferdî ve toplu teşebbüslerde uygulanır olmuştur. Bugün İslâm'ı anlama ve uygulama konusuna ictihad metodu ile yaklaşan ferd ve kuruluşların listesi sayfalara degil kitaplara sığmaz ölçüye ulaşmıştır. Bu ilmî mesainin, bu mânevî cihadın hem müslümanlara, hem de bütün insanlığa adâlet, refah ve ebedî mutluluk yollarını açmasını, sınırsız Rahmet Sâhibi Mevlâmızdan diliyoruz.



18. 1985 yılında İzmir'de yapılan milletlerarası I. İslâm Araştırmaları Sempozyumu'nda tebliğ olarak sunulmuştur.
19. Mecelle, md. 14.
20. Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, Ankara, 1975, s. 25-30.
21. Age., s. 169 vd.
22. Fazlurrahman, İslâm, Ankara, 1981, s. 255.
23. Sıddîk Hasen Han, el-Iklîd li-edilleti'l-ictihâd ve't-taklîd, İstanbul, 1296; et-Tarîkatu'l-muslâ fi'l-irşâd ilâ terki't-taklîd, İst., 1296.
24. Abdulfettah Ebû Gudde, Takdimetu-kitâbi'r-raf'i ve't-tekmîl li'l-Lüknevî, Haleb, ts. 21-29: "Âyet veya hadîsten dayanağını bulamadığım bir hükme itimad etmem. Sâhih ve sarîh hadîse aykırı reyleri terkederim, bu reylerin sahibi müctehidleri ise mazur ve mecûr bilirim..."
25. Fıkıh usûlünde İrşâdu'l-fühûh, fıkıh ve hadîste Neylu'l-evtâr, ed-Dureru'l-behiyye; tefsirde Fethu'l-Kadîr isimli matbû eserleri bunlara örnektir.
26. Meselâ el-Kavlu'l-müfid, el-Veliy fî şerhi hadîsi'l-veliyy.
27. Muhammed b. Ali es-Senûsî, İkâzu'l-vesnân, Beyrut, 1968, s. 61-128; Buğyetu'l-makâsıd, s. 53 vd., 93 vd.
28. el-Mercânî, Nazûratu'l-hak, Kazan, 1287, s. 15 vd.
29. Dr. Abdulbâsıt Muhammed Hasen, Cemâleddin el-Efgânî, Kahire, 1982, s. 87 vd.. Mahzûmî'nin Hâtıratu Cemâleddin isimli eserinden naklen.
30. ilk sayısı 13 Mart 1883 te çıkmıştır.
31. Hayreddin Karaman, Dört Risâle, İz Yayıncılık, İst. 2000.
32. Nşr. Dr. Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut, 1970.
33. Birinci baskı Mezâbihin telfîkı adıyla İst. 1914; İkinci baskı yeni harflerle ve İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhebleri adıyla Ankara, 1974. Bu kitap tarafımızdan da tercüme edilmiş, uzunca bir giriş yazılmış ve 1996 yılında Gerçek İslâmda Birlik adıyla basılmıştır.
34. Heyet, Mecmâu'l-buhâsi'l-İslâmiyye târihuhû ve tatavurruh, Kahire, 1983, s. 149.
35. age., s. 371.
36. Zâfir el-Kâsımî, Cemâleddin el-Kâsımî, Kahire, 1961 (Kâsımî'nin Kavâidu't-tahdîs isimli eserinin başında).
37. M. Tâhir b. Âşûr, Mekâsıdu'ş-şerîa, Tunus, 1978, s. 140 vd.
38. Dr. M. Fethi Osman, Da'vetu'l-ıslâh, Kostantiniyye, 1983. tebliğ.
39. Yayımlanmış kongre kararları.
40. Dr. Abdulmun'im Ahmed en-Nemr, el-İctihâd fi'l-karni'l-âhîr, Cezayir, 1983, s. 26.
41. Dr. Fazlurrahman, age., s. 283.
42. Arapça tercümesi ve tab'ı 1984 yılında Suûdî Arabistan Abdulaziz Üniversitesi İslâm Ekonomisi Araştırma Merkezi tarafından yapılmıştır.
43. Mecelletu'r-râbıta, Temmuz, 1983 nüshası, s. 10.
44. Ahbâru'l-Âlemi'l-İslâmî, 25 Şubat 1985 nüshası, s. 4.
45. Mecelletu'r-râbıta, s. 9.
46. Sırât-ı Müstakim, II, ve IV. ciltler; Sebîlurreşâd XII. cilt.
47. Sayı: 18, s. 403.
48. İstanbul, 1332/1914. İkinci baskı, Ank., 1974.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: