HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


AB, Kıbrıs ve Türkiye

Gümrük Birliği'ni Kıbrıs dahil 10 yeni AB ülkesine genişleten ek protokolün imzalanması iç ve dış politikada yeni dalgalanmalara sebep oldu. Özellikle Kıbrıs ve genel olarak da AB'ye giriş konusu, kimilerince samimi duygu ve düşüncelerle, kimilerince de siyasi istismar aracı olarak bir daha ele alındı, üzerinde konuşmalar, tartışmalar yapılıyor. Olan bitene karşı olanlar "Kıbrıs elden gidiyor", "AB bizi bitiriyor", "girmeyelim, vermeyelim, ihtiyaçlarımızı başka yollardan karşılamak için çalışalım" diyorlar, daha ortada olan ve soğukkanlı düşünenler "Almadan, almayı (girmeyi) garanti etmeden önemli bir şey -veya zorunlu olmayan bir şey- vermeyelim" diyorlar. Ben de bu konulardaki düşüncelerimi okurlarımla paylaşmak istedim.

Kıbrıs alındı mı, bizim mi (Kıbrıs Türklerinin mi?). Onların bağımsız ve dünyaca tanınmış, tıkır tıkır işleyen bir devletleri oldu mu? Bu soruya cevabım "Hayır" dır. Kuzey Kıbrıs uluslararası hukuk ve kararlar bakımından "bağımsız bir devlet" olmadı, yıllardan beri çeşitli kısıtlamalar ve mahrumiyetler içinde Türkiye'nin desteği ile yaşamaya çalışıyor, ama normalleşmeye doğru bir adım bile atamadı. İsrail Filistin topraklarına yerleşti, istediği yeri işgal ediyor ve çıkmıyor, Türkiye ise Kıbrıs'ta, belli hattan öteye burnunu bile uzatamıyor, hattın berisindeki varlığı da tartışma konusu. Yani ya gücünüz ve desteğiniz olacak, yahut da kimsenin tartışamayacağı kadar açık hukuki dayanaklarınız bulunacak. "Kıbrıs'ı taksim edelim, bağımsız devletimizi tanıtıp işletelim" diyenler, otuz yıldan beri olup biteni unutmadan plan ve program yapmalılar. Kıbrıs'ta olabilecek şey, ortak (adı ve detayları çeşitli olabilir) bir devletten ibarettir. Her iki tarafı olabildiğince memnun edecek formüllerle böyle bir devletin oluşturulmasına çalışmak gerekiyor. Şu anda atılan imzanın "Güney Kıbrıs'ı tanımak" anlamına gelmediği AB'nin yetkili ağızlarınca da ifade edildi, bu tez üzerinde ısrar etmek, karşılıklı taviz söz konusu olmadıkça limanları açmamak da zorunlu görünüyor. Sayın Talat son ziyaretinde bu zaruretin altını şöyle çiziyor: "Türkiye'nin liman ve havaalanlarını açması için Rumların da Kuzey Kıbrıs'a dönük kısıtlamaları kaldırması gerekir... Türkiye'nin Güney Kıbrıs'ı tanıması intihardır."

AB'ye girme meselesine kültür ve manevi değerler açısından bakan ve muhalefet edenlere hep şunu soruyorum: Tanzimat'tan, İkinci Meşrutiyet'ten ve özellikle Cumhuriyet'ten beri Türkiye, kültürünü Avrupa kültürüne açmadı mı, manevi değerlerini büyük ölçüde -çoğunu da Batılı olanlarla- değiştirmedi mi? İman, eğitim, öğretim, hukuk, din, dil, kılık kıyafet, iffet, hayatta dünya-ahiret dengesi... bozulurken/öteki ile değiştirilirken sizler nerede idiniz? AB'ye girsek de girmesek de -ki, girmek için bayılanlardan değilim- bu değerleri hangi tedbirlerle koruyorsunuz, altımızın kaymakta olduğunu, erozyonun gittikçe felaket boyutuna ulaştığını görmüyor musunuz? Bugün Türkiye'nin geldiği nokta "Müslüman Türk devleti ve toplumu" değildir; Türkiye'nin "Bir İslam ülkesi olup olmadığı" bile tartışılmaktadır. Bugün Türkiye "Laik-demokratik-cumhuriyet" olarak tanımlanmakta ve kimse buna itiraz etmemektedir. Bütün bunlara itiraz etmeyen, edemeyen "muhafazakârlar" AB ile entegrasyona itiraz ederken "hangi meşru gerekçeye" dayanıyorlar? "Din, milliyet, değerler... elden gidiyor" mu diyorlar. Eğer böyle diyorlarsa niçin ellerini açıp içine bakmıyorlar? Artık herkesin şunu görmesinin zamanı gelmiş olmalı: Türkiye'nin AB ile entegrasyonu, iddia ettiği, adını kullandığı halde bir türlü olamadığı "demokrat Türkiye"yi gerçekleştirme ümididir (hayali mi demeliyim bilmiyorum!). Türkiye kendi kendine veya başka birlikler ve desteklerle hem demokrat hem de müreffeh bir ülke olabiliyorsa, eşcinselleri evlendiren ülkeler topluluğu ile ilişkileri ancak asgari ve zorunlu alanlarda olabilir. İslam ülkeleri kendileri olamadıkları için elin oğlu sopa ile onları demokrasiye (daha kullanışlı hale) sevk ediyor. Bizim de yapmamız gereken, kendi dinamiklerimizle "çağdaş ve kendimiz" olmaktı, bunu başaramadık, hiç olmazsa demokrat olalım denildi, bu da başarılamadı, "silah meclise dönük durmakta devam ediyor". Sonunda refah ve demokrasi için ötekinden bir destek arandı, desteğin de çok pahalı (elde kalanları da alıp yerine bir şey vermeyecek kadar pahalı, dengesiz, adaletsiz) olduğu görülüyor. Karar ve icra yetkisi elinde olanların hesabı kitabı iyi yapmaları gerekiyor.

5 Ağustos 2005
Cuma



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler | Tarihe Göre: Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: