HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


TARİH TEKRARLANIYOR, KUR'ÂN'IN DEDİĞİ OLUYOR
"Başımı Allah emri olduğu için örtüyorum" diyen üniversiteli kızımıza gülenler, onunla alay ederek bayılmasına ve hastahaneye düşmesine sebep olanlar muhtemelen nineleri beş vakit namaz kılıp başını örten kimselerdir; yani Müslüman ecdadın kendi öz kültürüne yabancılaşmış torunlarıdır. Onlar ve biz, hepimiz belki ibret alır ve ders çıkarırız diye tarihe şöyle bir göz atalım, geçmişte olup bitenleri hatırlayalım:
Allah Teâlâ, Sevgili Kulu ve Rasulü Muhammed Mustafâ'ya (s.a.) İslâm dinini vahyediyor ve en yakınlarından başlamak üzere insanlığa tebliğ etmesini istiyor. O güne kadar sevilen, sayılan ve özellikle kendisine sonsuz güven duyulduğu için "el-emîn" diye anılan Peygamber, İslâm'ı tebliğ etmeye başlayınca Hz. İbrahim soyundan gelen, bu tevhîd peygamberinin sapmış torunları olan Araplar, ona karşı tavırlarını ve davranışlarını değiştiriyorlar. Para, mevki, kadın gibi cazip değerler teklif ederek dâvasından vazgeçirmek istiyorlar. Bu Dürr-i Yetîm (eşsiz inci, yetim büyümüş, ilâhî müdahale ile eğitilmiş Peygamber), "Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz dâvamdan vazgeçmem, ya başarılı olurum, yahut da yolunda ölürüm" deyince onu takip etmeye ve konuştuğu her yerde kendisini (ve Müslümanlar'ı) alaya almaya başlıyorlar. (Alay bahsine yeniden dönmek üzere sonraki aşamaları özetlemek gerekirse):
Bu tedbirler ve engellemeler sonuç vermeyince işkence dönemi başladı, tüyler ürperten işkencelere rağmen müminleri yollarından çeviremeyince boykot tedbirine başvurdular, onları bir mahalleye hapsederek kuşatma altına aldılar, her türlü sosyal, ticari ve ekonomik ilişkiyi engellediler, bu da müminleri iman ve fazilet dâvasından vazgeçirmeyince liderlerini, önderlerini öldürerek meseleyi kökünden çözmeye karar verdiler, Hz. Peygamber (s.a.) ve ashâbı, Allah'ın izni ile yurt ve yuvalarını, iş ve güçlerini bırakarak Medîne'ye göçtüler; dâvalarını yurtlarına, yuvalarına, sevgilerine ve servetlerine tercih ettiler. İslâm'ın müdahalesiyle bozulan ve değişen (kemale, iyiliğe, insaniyete, hakkaniyet ve adâlete doğru değişerek gelişen) sosyal, politik ve kültürel düzen sebebiyle menfaatleri haleldâr olan, saltanatları sallanan, haksız kazançları tehlikeye düşen mütegallibe (ileri gelenler, topluma musallat olmuş zümre) "atalar dininin tehlikeye düştüğünü" ileri sürerek; yani din istismarı yaparak, suret-i haktan görünerek halkı tahrik etmeye devam ettiler ve Müslümanlar'ı yeni yurtlarında imha etmek üzere planlar hazırladılar, seferler düzenlediler. Bütün bu olup bitenlere rağmen Allah'ın yaktığı meş'aleyi söndüremediler. Hicretten sonra yedi yıl kadar zaman geçip Müslümanlar gerekli hazırlıkları yapınca ilişkilerin kaderi ve yönü değişti, artık gerçek sulh ve adalet düzenini kurmak üzere hareket sırası Müslümanlar'da idi. Önce Hudeybiye Barışı, arkasından Mekke fethi gerçekleşti. Çok az kişinin kanı döküldü, İslâm'a ve Müslümanlar'a kastetmiş nice düşman affedildi. Allah'ın yaratıp şekil ve amaç verdiği insanın kendini gerçekleştirmesi için gerekli bulunan haklara ve yükümlülüklere dayalı bir düzen kuruldu; bu düzende kimse dine zorlanmıyor, dininden dolayı işinden gücünden, yurdundan, yuvasından, temel haklarından mahrum bırakılmıyordu. İnananlar, inanmayanlar ve başka dinlere mensup olanlar bir arada -bir ümmet teşkil ederek- bir hukuk düzeni içinde yaşamaya başladılar ve bu düzen, kemalin peşinde olanlara evrensel bir örnek teşkil etti.
Müslümanlar bu sonuca doğru adım adım ilerlerken müşriklerin engellemek için uyguladıkları tedbirlerden biri de "alay etmek, küçük düşürmek" idi. Kur'ân-ı Kerîm'de bu eylem ile ilgili birçok âyet vardır; bu âyetlerde Allah Teâlâ, "alay etme silahının hemen bütün peygamberlere karşı kullanıldığını, alay edenlerin kendi kazdıkları kuyuya kendilerinin düştüklerini, sonunda dünyada rezil, ahirette cehennemlik olduklarını" bildirerek Peygamberi'ni ve müminleri teselli etmektedir. İşte bu âyetlerden birinde de şöyle buyurulmuştur:
"Onlara, "İnsanların inandığı gibi siz de inanın" denildiğinde 'Akılsızlar gibi biz de mi inanalım' derler; halbuki asıl akılsızlar kendileridir, lakin bunu bilmezler. İman edenlerle karşılaştıklarında 'Biz de inandık, müminiz' derler, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise 'Biz sizinle beraberiz, biz alaycılarız, onlarla alay etmekteyiz' derler. Asıl Allah onlarla alay etmekte ve (imtihan sebebiyle) serbest dolaşsınlar (dilediklerini yapıp sonra hesabını versinler) diye kendilerine fırsat vermektedir" (Bakara: 2/13-15).
İnanmak ve inandığı gibi yaşamak bir insan hakkıdır. Kişiyi dininden ve inancından dolayı kınamak, küçük düşürmek ve onunla alay etmek insanlık ayıbıdır; bunu yapanlar ancak kendilerini küçük düşürürler, kendilerini elâlemin önünde gülünç kılar ve alay konusu yaparlar (İşte Allah onlarla böyle alay eder).


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: