HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


Fıkıh 'evliyâ'dan değil 'ulemâ'dan öğrenilir
Geçtiğimiz günlerde bir gazetenin "din köşesi"nde çıkan bir yazıda "Bazıları 1400 yıllık geçmişi, âlimleri, evliyâları, mezhepleri, kitapları bir tarafa bırakıp sanki yeni bir din ortaya atarcasına hileli yorumlarla hükümler çıkarmaktadırlar" hükmü ortaya koyuluyor ve "Güzel dinimizi sahtekârlardan değil, 14 asırdan beri devam eden fıkıh kitaplarından öğrenmeliyiz" deniliyordu. Sahiden de, günümüzde bazı ilâhiyatçılar yeni bir din ortaya çıkarırcasına hileli yorumlarla hükümler çıkartıyorlar mı?
Bu bahsedilen "din köşesi"ndeki yazıda katılmamız mümkün olmayan birkaç husus ve katılmamız mümkün olan bazı taraflar var. Önce katılmamız mümkün olmayan taraflardan başlayalım. "1400 yıllık geçmişi, âlimleri, evliyâları, kitapları, mezhepleri bir tarafa bırakıp" deniyor. Mesele, dinimizi öğrenmekse ve burada fıkıh ve ilmihal kitaplarından bahsedildiğine göre, daha ziyade amelî hayatımızla ilgili olarak dinimizi öğrenmekse, burada âlimler, mezhepler yerindedir fakat "evliyâlar" yerinde değildir. Çünkü fıkıh evliyâlardan öğrenilmez ve kimin evliyâ olduğunu ve kimin olmadığını da Allah'tan başka kimse bilemez. Bu konuda ancak Müslümanların bazı şahıslar hakkında hüsnizanları olabilir. Bir kimseden dinî hüküm, o "evliyâdan biri" diye inanıldığından dolayı alınmaz, "ulemâdan biri" diye inanıldığından dolayı alınır. İkincisi, "hileli yorumlarla hüküm çıkarılmaktadır" deniliyor. "Hileli yorum" tabirinin bence üstü kapalı, maksadı anlaşılmıyor. Çünkü hilede bir aldatma kastı olması gerekir, aldatma kastı ise kişinin niyetinde, yani kafasında, kalbindedir, onu bilmedikçe biz buna "hileli" diyemeyiz Ama mesela, kişi ehil değilse "ehliyetsiz kişinin yorumu", kullandığı usûl uygun değilse, "eksik metodla yapılan yorum" diyebiliriz. Ama kastı bilmeden "hileli" dememiz mümkün değildir.
Üçüncü katılamadığımız konu ise "Güzel dinimizi sahtekârlardan öğrenmeyelim" sözü. Yine, aynı "hileli yorum"da olduğu gibi, bir kimsenin sahtekâr olduğuna hükmetmekte onun söyledikleri dışında niyeti, yapıp ettikleri amacına dair kesintisiz bilgilere sahip olmamız gerekir. Bu tip insanlar için sahtekâr tâbirinin yerinde kullanılmadığını düşünüyorum.
Dördüncü katılamadığım husus, "14 asırdan beri devam eden fıkıh kitaplarımızdan, ilmihal kitaplarımızdan öğrenmeliyiz" kısmıdır. Bu iki mânaya gelir: 14. asırda biz yaşadığımıza göre bugün yazılanlar da dahil, bunlardan sonra yazılacak olanlar da dahil olmak üzere, fıkıh ve ilmihal kitaplarından öğrenmeliyiz, deniliyor olabilir. Bir de önce yazılmış ya da bir zaman önce yazılmış, geçmiş asırlarda, hatta bu cümleye bakarsanız 14. asırda yazılmış fıkıh ve ilmihal kitabı, bir kere yazılmış ve ondan öğrenelim mânasına gelir. Bu son söylediğime katılmak mümkün değil, bundan önce söylediğim mâna kastediliyorsa, yani 14 asırdan beri yazılan ve bugün de yazılacak olan fıkıh ve ilmihal kitaplarından öğrenmeliyiz, bu cümleye katılabilmemiz için öğrenecek kişinin durumunu gözönüne almamız gerekiyor. Kimi insanlar vardır ki onların seviyesi kaynaklara bakarak dinî hükmü anlama, çıkarma işlevi için yeterli değildir. Bunlara mukallid ya da taklit ehli denir. Bu insanlar elbette dinlerini fıkıh ve ilmihal kitaplarından öğreneceklerdir. Eskiden adı fıkıh ve ilmihal kitabı olan kitapların, yani dinin amelî hükümlerini anlatılan kitapların ille adlarının fıkıh ve ilmihal kitabı da olması gerekmez. Bugün üzerinde fıkıh yazmayan, ilmihal yazmayan; hem İslâm imanı hem Müslümanın amelî hayatıyla ilgili, aile hayatına kadar insanın bütün hayatıyla ilgili bilgi veren kitaplar var, bunların çok güzel yazılmış olanları var... Tabiî, insanlar bunlardan okuyarak dinini öğrenecektir. Fıkıh ve ilmihali çerçeve adı olarak kabul edersek işte bunun içerisine giren kitaplardan öğrenecektir. Yalnız şunu da söyleyelim bu gün birçok insan bu iktidarda da değildir. Bugün belki milyonlarca Müslüman dinini fıkıh ve ilmihal kitabı okuyarak da öğrenme kapasitesinden mahrumdur. Onların da dinini öğrenemebilmeleri için başka eksik olan yol ve yöntemlerin uygulanması gerekir. Birinci soruda katıldığım nokta ise "1400 yıllık geçmişi âlimleri, evliyâları, mezhepleri, kitapları bir tarafa bırakıp" kısmıdır. Elbette bunlar bir tarafa bırakılamaz, bunlar Müslümanlar için paha biçilmez değerlerdir. Yerine başkası konulamaz değerlerdir. Müslümanların manevî birikimi, zenginliğidir. Sadece okumamış, az bilenlerin değil çok bilenlerin de müstağni olamayacakları, bir nevi geçmiş âlimlerle kitapları yoluyla istişare, danışma araçlarıdır. Kendileri bizzat Kitâb'ı, Sünnet'i ictihad yoluyla anlamaktan mahrum olanlar için ya da o seviyede olmayanlar için de bilginin zaten belirlenmiş kaynaklarıdır.
Dini doğru anlamak için bilhassa ilk üç neslin elde ettikleri imkânları bugün sıfırdan başlayan bir insanın elde etmesi mümkün değildir. O bakımdan çok önemli eksikleri olacak, hatalara düşecektir. Bu ilk üç neslin Resulullaha ve İslâmın eksiksiz yaşandığı çağa yakınlığı, bir kısmının müşâhidi olması, bir kısmının da müşâhidlerin çırakları olması hasebiyle, o çağa yakınlığından dolayı verdiği avantajlardan mahrum olmak çok önemli bir kayıptır. Ve bu mahrumiyetin çok önemli olumsuz sonuçları olabilecektir. O halde böyle bir inkâr tavrı varsa, geçmişi inkâr tavrı varsa, bu inkâr tavrına katılmamız mümkün değildir.

Siz bir fıkıh âlimi olarak, dinimizin fıkıh kitaplarından, ilmihal kitaplarından öğrenilmesi gerektiği fikrine katılıyor musunuz?
Bu ikinci sorunun cevabına geçmeden önce, birinci soruda hatırımdan çıkan bir kısım daha vardı; o da "Benim, günümüzdeki bazı ilâhiyatçıların sanki yeni bir din ortaya atarcasına hileli yorumlarla hükümler çıkardıklarını düşünüp düşünmediğim, bu hükme katılıp katılmadığım" hususu idi. Günümüzde bazı ilâhiyatçıların yeni bir takım anlayışlar ortaya koydukları doğru. Yalnız bu ortaya koyuş biçiminin ve ortaya konan hükümlerin yeni bir din olduğuna ya da hileli olduğuna katılmıyorum. Ortaya konan hükümler İslâmî hükümler olarak ortaya konuyor. Ve benim bilebildiğim, ilâhiyatçı da denildiğine göre benim bilebildiğim, takip edebildiğim, biraz da bilinene ters düşer gibi görünen bazı fikirler, fetvalar ortaya koyan bu ilâhiyatçılar yine İslâm'dan mesala Kur'ân İslâm'ından ya da Kur'ân'daki İslâm'dan bahsediyorlar. Yeni bir din ortaya attıklarını hem düşünmüyorlar hem de böyle bir niyet içinde olmadıklarına inanıyorum, ortaya koyduklarına biz katılırız ya da katılmayız; sonuçta yeni bir din değildir, İslâm ile ilgili yeni yorumlardır. "Hileli" nitelemesine yukarıda katılmadığımı ifade etmiştim.
"Dinimizin ilmihal kitaplarından fıkıh kitaplarından öğrenilmesi gerekir mi?" meselesine gelince, birinci sorunun cevabında buna temas etmiştim. İlmihal ve fıkıh ıstılahlarını, terimlerini bir çerçeve olarak almalıyız ve bu çerçevenin içerisine giren alt dalları çağımızın icaplarına göre zenginleştirmeliyiz. Nitekim bu fıkıh çerçevesine asırlar içerisinde giren alt bilim dalları değişegelmiştir. Başlangıçta adı konmamış alt bilim dalları fıkıh bütünü içine zamanla konmuştur. Dolayısıyla bugün de icabediyorsa, alt bilim dalları ortaya konabilir ve farklı isimlerle yeni fıkıh kitapları yazılabilir. Müslüman, dinini bunların tamamından öğrenebilir.
Ama, ben yukarıda da söylediğim gibi, dinimizin fıkıh kitaplarından ve ilmihal kitaplarından öğrenilmesi gereğini ben belli bir sınıf yani ilmî ehliyet açısından belli bir derecede kalmış insanlar için gerekli ve faydalı görebilirim. Bunun dışında iki sınıf daha vardır; biri dinini öğrenemiyecek kadar alt yapısı eksik olan insanlarımız, ikincisi de dinini ilmihal ve fıkıh kitaplarından okumakla birlikte, onlarla yetinmeyip ana kaynaklara da başvurarak, onlar üzerinde de düşünerek yorumlama imkân ve altyapısına sahip olan âlimlerimizdir. Bu ikinci sınıf, dinlerini öğrenmek için ille de ilmihal ve fıkıh kitaplarıyla sınırlı kalmak mecburiyetinde değildir.

Dinî konularda "yorum yapmak"la "hüküm çıkarmak" arasında temel bir fark var mı, bu konuda yetkili ve yetkisiz kişiler kimlerdir?
Belki buradaki yeni tâbirleri eskilerle karşılamamız gerekirse, yorum yapmayı tefsir ile hüküm çıkarmayı da ictihad, istinbat, istihrac ile karşılayabiliriz. Bir anlayışa göre ictihat üç şekilde yapılır. Biri beyan ictihadı veya anlama ictihadıdır. Bu naslar üzerinde, onu doğru anlamak için yapılan ilmî çalışmayı ifade eder ve yorum yapmayı bu ictihad içerisinde yapılan ilmî çalışmayı ifade eder. Ve bu soruda geçen yorum yapmayı bu ictihat içerisine koymamız gerekir. O halde tefsir bir ictihattır ve beyan ictihadıdır. İkinci ictihat nev'i, kıyas ictihadıdır. Üçüncü ictihat nevi ise mesalih, istislah ictihadıdır. Bu kıyas ictihadı ile mesâlih, istislah ictihadını da hüküm çıkarma tâbirinin karşısına koyabiliriz.
Kıyas ictihadı, hakkında bir nâs olmayan bir problemi arada bir benzerlik veya gerekçesinde gizli olduğundan hakkında nâs olan bir hükme bakarak hükme bağlamaktır.
O halde, dinî konularda yorum yapmak ve hüküm çıkarmak bir mânada kullanılabilir, farklı mânalarda kullanılabilir. Farklı mânalarda kullandığımızda da bunun her ikisinin ictihad bütünü içerisinde görmek gerekir. Bu konularda yetkili ve yetkisiz kişiler mevzuuna geldiğimizde, yetkili kişinin bizim fıkıh usûlü kitaplarımızdaki karşılığı müctehiddir, müfessirdir. O halde tam yetkili bir müfessir aynı zamanda beyan ictihadı yapan bir müctehiddir. Müctehid birinci sınıf âlim demektir. Bir kimsenin müctehid olabilmesi için, hem dinî kaynakları, Kitâb'ı, Sünnet'i anlayacak kadar İslâm ilimleri edinmiş olması; hem de o dinî hükümleri uygulayacağı fert ve toplum olarak insan hakkında ve bu insan hayatının neresine uğrayacaksa o alan ve o ilişki hakkında yeterli bilgiye sahip olması gerekir. İşte bu bilgilere bizzat sahip olan ya da kısmen kendisi sahip olup, sahibi olmadığı kısımları da o konunun uzmanlarından alarak bütünleştirerek hükme varan insan müctehiddir. Böyle bir ilmî altyapıdan, yetişmişlikten mahrum olan, bu seviyeye gelmemiş olan insanlar ise müctehid değildir. Onlar da ictihada yetkili değillerdir. Onların yapacakları şey; herkes Kitâb'ı okur, herkes Sünnet'i okur, herkes din üzerinde düşünür, fakat madem ki anlama, yorumlama konusunda ilmî altyapısı yeterli değildir yeterli olanlara yine danışma mecburiyeti vardır.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: