HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


Ahkâmın uygulanmaması, zaruret halinde caiz olur
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir süre önce bir televizyon kanalında yaptığı konuşma sırasında Kur'ân-ı Kerim'deki ahkâm âyetlerinin uygulanamayabileceğini öne sürmüştü. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve benzerleri bu cümleyi iki mânada söyleyebilirler: Birincisi İslâm'a göre; diğeri "bana göre". Süleyman Demirel'in maksadı "Kur'ân-ı Kerim'deki ahkâm âyetleri İslâm'a göre uygulanamayabilir" şeklindeyse buna katılmak mümkün değildir. Ama maksadı "Bana göre Kur'ân-ı Kerim'deki ahkâm ayetleri uygulanamayabilir" şeklindeyse bunu şahsın dinî konumuna bakarak değerlendirmek gerekir. Önce bunu kısaca değerlendirelim: Bir Müslüman Kur'ân-ı Kerim'de bulunan ve (bağlayıcı olan) bir hükmün uygulanamayabileceğini söylüyorsa, "Allah da bunu istiyor ama bu bana göre bağlayıcı değil" diyorsa bunu da Kur'ân'ı inkâr olarak düşünebiliriz. Tabiî bunu söyleyen insanın İslâm'la alâkası problem durumuna gelir. Fakat, ahkâm âyetleri uygulanamaz derken bunu isyan olarak değil "uygulamazsak günahkâr oluruz ama dinden çıkmayız" demek istiyorsa burada bir problem yoktur. Şimdi meselenin "İslâm'a göre" kısmına geçelim. Herhangi bir kimse, "İslâm'a göre Kur'ân-ı Kerim'deki ahkâm âyetleri uygulanamayabilir, bu âyetleri uygulamak İslâm'a göre gerekli değildir" diyorsa, bunu kendisinden delillendirmesi istenir.
Ahkâm âyetleri tabirini de kısaca açıklayalım; ibadetten siyasete, hukuka, cemiyet nizamına, ahlâka, iktisada kadar uzanan, fert ve toplumun yapıp-etmesiyle alâkalı, yani inanç ve düşünce değil, inanma ve düşünmenin hayata uygulanmasıyla ilgili kurallar, kanunlar demektir ahkâm. Ahkâm âyetleri de bu kuralları, kanunları getiren âyetlerdir. Bir kimse bu mânadaki ahkâm âyetlerinin uygulanmasının gerekmediğini söylüyorsa ve bunu da İslâm'a dayandırarak söylüyorsa ve "İslâm'a göre bu böyle" diyorsa, buna İslâm'dan delil getirmesi gerekir. Kur'ân-ı Kerim'i, Sünnet'i okuduğumuzda, Peygamberimiz'in hayatına baktığımızda, Hulefâ-i Râşidîn'in uygulamalarına baktığımızda, İslâm'a göre böyle birşeyi söylemenin mümkün olmadığı ortadadır. Bu tartışma bile götürmez. İslâm'da bağlayıcı hükümler vardır. Bunlar farz, vacib, haram ve tahrimen mekruh diye ifade edebileceğimiz müsbet-yapılması gereken, menfî-yapılmaması gereken hükümlerdir. Bunların uygulanmasının gerekli olmadığını söyleyen bir âlime rastlamak mümkün değildir. Bunlar uygulanmak için gönderilmiştir. Hiç kimse bunların uygulanmasının gerekli olmadığına dair bir delil ileri süremez.
Benim kısmen dinlediğim kadarıyla Cumhurbaşkanı "zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği" kaidesinden hareketle bunu ifade ediyordu. Yani, ona göre Kur'ân'da yer alan ahkâm âyetlerinin Kur'ân'ın nazil olduğu şartlara ve ihtiyaçlara uygun hükümler getirdiğini, bugün ise şartların ve ihtiyaçların değiştiğini, buna binâen hükümlerin de değişebileceğini, onun yerine başka hükümlerin konabileceğini ifade ediyordu. Bu sözü bir müctehid, bir İslâm âlimi söylerse doğru olur, ama bunun birçok kaydı, şartı vardır. Yani Kur'ân-ı Kerim'de tarihî olmayan, değişmeyen, insanlık yaşadığı müddetçe aynen kalacak olan pek çok hüküm vardır. Kur'ân-ı Kerim'de ve Sünnet'te zaruret halinde askıya alınacak hükümler vardır, zaruret geçince tekrar eskisi gibi uygulanır. Kur'ân-ı Kerim'de ve Sünnet'te tarihî olan, o günkü şartlara bağlı bulunan, o şartlar bulunmayınca da uygulama alanı ortadan kalkmış olan hükümler vardır. Bunları kastederek bir İslâm alimi, bunu söyleyebilir. Fakat Demirel'in o günkü konuşmasında söylediği şu idi; "Cumhuriyeti ilan edenler, değişen şartlar karşısında şeriatın uygulanıp uygulanmayacağını müzakere etmişler ve sonunda şeriatın kaldırılmasına ve onun yerine bu çağın insanının ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacağına hükmettikleri yabancıların, Hırıstiyan toplumlara ait devletlerin kanunlarının alınıp kanunlaştırılmasına karar vermişlerdir. Bu karar da İslâm'a uygundur" Böyle diyordu, Demirel. Bunu da kabul etmek mümkün değildir, şu açıdan mümkün değildir: Cumhuriyeti kuranlar bir hukuk inkılabı, düzen inkılabı yapanlar, düzen değiştirenler meseleye İslâmî açıdan bakmamışlardır. Yani, Kur'ân-ı Kerim'i okuyarak, Kur'ân'dan ve Sünnet'ten yola çıkarak hangi hükümlerin değişebileceğini, hangi hükümlerin değişmeyeceğini sormamışlar ve bu soruya cevap aramamışlardır. Bunların yaptıkları şey toplum hayatından dini çıkarmaktır. Toplum hayatını yönetecek olan kuralların referansı olarak da Kitâb ve Sünnet'i bertaraf etmektir. Onlara göre din işleri ayrı, devlet işleri ayrıdır. Devlet işleri, dünya işleri, siyaset işleri Kur'ân'a, Sünnet'e bakılarak değil, akla ve ilme bakılarak idare edilir. Onlar akıldan, ilimden o gün için neyi kastediyorlarsa -ki Batı ilmini ve Batı aklını kastediyorlardı- insanları ve toplumu yönetmek için hangi kuralları öngörüyorsa o alınır ve ona uyulur. Anlayış bu idi. Bu anlayışın kaynağı, temeli, referansı din olmadığı, Kur'ân olmadığı, İslâm olmadığı için böyle bir inkılabı da İslâm'da şartların değişmesiyle ahkâmın da değişebileceği kuralına dayandırmak en basit ifadesiyle bir kafa karıştırma, bir demagoji olabilir. Onun ötesinde birşey ifade etmez.

Bir İslâm âlimi olarak bir devlet adamının bu konuda yorum yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir devlet adamı, İslâmî bir devletin adamı ise cumhurbaşkanı olabilir, başbakan olabilir, bürokrat olabilir, asker olur, sivil olur... böyle bir sistemde devlet adamının dinî ehliyeti varsa İslâmî bir konuda söz söylemesi, yorum yapması çok tabiîdir. Ama laik, seküler, din ve dünya işlerini ayıran, dine müstakil bir alan ayıran, dinin bu alanın dışına taşmasına izin vermeyen, dünyevî olanı dinî referans almadan yöneten, orada kuralları böyle belirleyen bir sistemin devlet adamının bu yorumu yapması ne İslâm'a sığar, ne laisizme ne de sekülerizme sığar. Böyle bir yorumu bir vatandaş olarak Süleyman Demirel yaparsa ona bu yorumu yapacak kadar dinî altyapısının olmadığını, bu eksikliğin yaptığı yorumdan anlaşıldığını söyler, altyapısını tamamladıktan sonra böyle yorumlar yapmaya kalkışmasını tavsiye edebiliriz. Eğer, bir vatandaş olarak değil de bir devlet adamı olarak yapıyorsa o zaman laikliğe ve sekülerizme aykırı davrandığını söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanı'nın bu yorumunun iyi yönde tevili mümkün mü?
İyi yönde tevilinin mümkün olmadığını görüyorum. Yani bu tevili yapan zatın maksadının Allah'ın dinine hizmet olduğu kanaatini taşımıyorum. İslâm'ın fert ve cemiyet olarak bu ülkede yaşayan insanların hayatına hâkim olması amacını taşıdığını söyleyemiyorum. Bu yorumun maksadı olsa olsa Türkiye'deki İslâmî taleplerin önüne geçmektir. "Türkiye'de yaşanan İslâm'dır, daha ne istiyorsunuz? Siz bu taleplerinizden vazgeçiniz. Olup biteni İslâm olarak, şeriat olarak kabul ediniz ve Türkiye'de İslâm'a, şeriata aykırı herhangi birşeyin yapılmadığını, olmadığını varsayınız, sus-pus olup yerinizde oturunuz" anlamında, bu amaca yönelik olarak söylenmiş bir söz, yapılmış bir yorum olduğunu düşünüyorum. Tabiî, böylesi bir yorum ve anlayışın da tek yönlü, tek yanlı yapılamayacağını, eğer bir Cumhurbaşkanı veya devletin üst kademelerinde bulunan kişiler böyle düşünüyorlarsa, yani Türkiye'de Cumhuriyetin kurulmasından bu yana, siyasî ve dünyevî alanda yapılıp edilenlerin şeriat çerçevesinde yapılıp edildiğini ve şeriata, İslâm'a aykırı bir şeyin bulunmadığını söylemek istiyorlarsa, onu ilmî platformlarda, bu işin ehli olan kimselerle tartışmaları, konuşmaları ve orada alınacak sonuçları halka götürmeleri doğru olur, diye düşünüyorum. Yoksa, ezbere, yani görmeden atışlar kabilinden, birisi Ankara'da oturur birşey söyler, biri İstanbul'da birşey söyler, biri Mekke'de, biri İslâmâbad'da aynı konuda farklı şeyler söyler. Atışların hiçbiri hedefe isabet etmez, yahut bir noktada buluşmaz. Mücerred, kafa karıştıran sözlerden ibaret kalır.

Fıkıh kitaplarında okuduğumuza göre birçok İslâm âlimi devlet başkanının (imamın) had cezalarının uygulanmasını ertelemek veya iptal etmek hakkına sahip olduğunu söylüyor. Ahkâm âyetlerinin uygulanmamasını istemek bununla aynı şey sayılabilir mi?
Fıkıh kitaplarında böyle birşey okumamışsınızdır diye düşünüyorum. Çünkü fıkıh kitaplarında böyle birşey yazmaz. Fıkıh kitaplarında yazan şudur: Usûlünce yapılan muhakeme sonucunda bir suçlu had cezası almışsa imam o had cezasını uygulatmakla, infaz ettirmekle yükümlüdür. Herhangi bir had cezası almış suçlunun hususi durumu, mazeretleri, içinde bulunduğu anormal şartlar eğer bu cezanın ertelenmesini gerektiriyorsa zaten buna hükmeden kadı da hükmünü ertelemeli olarak verir, şayet kadı, hâkim o konuyu atlamışsa o zaman tabiî ki icranın başındaki kimse o mazerete binâen bir erteleme yaptırabilir. Mesela sopa cezası almış bir hamile kadın düşünelim; bu kadına bu ceza tatbik edildiği takdirde çocuğunun zarar görmesi sözkonusuysa doğum sonuna kadar bu ceza ertelenir. Bu da devlet başkanının selâhiyetine, tercihine bırakılmış bir konu değildir. Bunu hâkim veya selâhiyetli makam erteler. İptal etme konusuna gelince, had cezalarını iptal etmek yani kanun değiştirerek had cezasını değiştirmek ya da had cezası almış bir suçlunun bu cezasını tamamen kaldırmak hiç kimsenin, bu meyanda devlet başkanının da selâhiyetleri sınırına girmez. Had cezaları gibi had cezalarını erteletmeyi gerektiren mazeretler, bu cezaları düşüren sebepler -mesela pişmanlık gibi- gene şeriat tarafından tesbit edilmiştir. O halde had cezalarının hem uygulanması, hem ertelenmesi hem de sebepleri bulunduğunda düşürülmesi devlet başkanının ihtiyarına, tercihine bırakılmış değil. Tabiri caizse, şer'î kanun tarafından tesbit edilmiştir. İslâm'da bu had cezası dediğimiz cezaların yanında -ki bunların sayısı çok azdır, iki elin on parmağını geçmez- bir de ulü'l-emre, ümmete, yöneticilere bırakılmış ceza alanı vardır. Buradaki suçların ve bu suçlara uygun cezanın tesbiti, dolayısıyla kaldırılması, ertelenmesi, değiştirilmesi ümmete, dolayısıyla da yöneticilere bırakılmıştır. Had cezaları değil de bu "ta'zir cezaları" için devlet başkanının bir nevi selâhiyetinden bahsetmek mümkündür. Ahkâm âyetlerinin uygulanmamasını istemenin bu anlattığımız hususla da uzaktan yakından bir alâkası yoktur.

İslâm literatüründe fâsık veya zındık denilen kategori içinde yeraldığı konusunda ittifak bulunan şahısların kamu yönetiminde görev almaları durumunda bu kişilerin de hadleri kaldırma yetkisi var mıdır?
Böyle kişilerin bir kere kamu yönetiminde görev almaları caiz değildir. Bu kişiler kamu yönetiminde görev alıyorlarsa ya o ümmet o kişiler gibi bütünüyle fâsık ve zındık olmuştur. Fâsık ve zındıklar kimler tarafından yönetilir? Fâsık ve zındıklar tarafından yönetilir. O halde kendilerine uygun bir yönetimi iş başına getirmişlerdir. Yahut da fâsık veya zındık dediğimiz şahıslar ümmetin gücünün üstünde bir güç elde etmişler ve o güçle ümmete rağmen, halka rağmen, halk ekseriyetinin iradesine rağmen yönetim görevi almışlardır. Bu durumda onların hadleri kaldırma yetkisinden bahsedilemez. Çünkü onlar yetkili değildirler. Yetkiyi hukuktan, kanundan almamışlardır. İster İslâmî devlette, ister demokratik devlette meşrû kaynağından yetki almamışlardır. Çünkü halka rağmen, silah zoruyla işbaşına gelen bir yönetimi, ne demokrasiler kabul eder, ne de İslâm siyaset düzeni kabul eder. O halde bunların makamları, otoriteleri meşru değildir, meşru herhangi bir ehliyet ve selâhiyetleri yoktur. O halde bu herhangi birin içerisinde hadler de vardır, hadleri kaldırma yetkileri de yoktur. Onlar herşeyi yetkisiz yaptıkları gibi mesela hadleri kaldırıyorlar ve başka cezalar koyuyorlarsa onları yetkisiz olarak yapıyorlar demektir.

Bu konuda İslâm tarihindeki uygulama nasıl olmuştur?
İslâm tarihindeki uygulama, umumiyetle hadlerin şartları oluştuğunda uygulanması, ta'zir cezalarının ise hem uygulama hem erteleme, hem iptal ve tağyir, tebdil, yani değiştirme, yerine başkalarını koyma işinin de ulü'l-emrin, yani yöneticilerin elinde olması şeklinde devam edegelmiştir. İslâm tarihinde bir kısım hadlerin uygulama örneklerinin azlığı bu hadlerin uygulanacağı cezaların ispatlarının çok güç olmasından, çok ince ve oluşması zor şartlara bağlanmış olmasındandır. Had konusu suçun oluşmasında en küçük bir şüphe bulunduğunda, orada haddin uygulanmaması ile ilgili şer'î talimatın bulunmasıdır. "En küçük bir şüphe dahi olsa hadleri uygulamayın" şeklindeki Hadis-i Şerif burada bir ilke olarak kabul edilir ve bu suçların ispatında en küçük bir şüphe bulunduğunda dahi suç gayri sabit görülmüş ve fakat ortada bazı emâreler varsa had konusu suç sabit olmasa bile ona yakın bir durumun sabit olduğu ortadaysa bu takdirde had tatbik edilmemiş, onun yerine hem belirlenmesi, hem uygulanması ümmete, ulü'l-emre bırakılmış olan cezalar uygulanmıştır.
Ümmetin başına onlara rağmen, onlara sormadan onların reyini, biatını, rızasını almadan musallat olmuş kimseler, sultanlar, padişahlar, hükümdarlar, şahlar bulunmuştur tarihte. İşte bu durumlarda ulemâ, ümmetin başına zor kullanarak, güç kullanarak gelmiş olan kişi eğer yönetimi ilk dört halifenin tâbi olduğu ilkeler ve kurallar çerçevesinde yapıyorsa devleti ve toplumu böyle yönetiyorsa ona başkaldırmanın doğru olmayacağını, onun da başlangıçta değilse bile devamda bir anlamda meşrûiyet kazandığını ifade etmiştir. Tabiî, bunlara katılmak da, katılmamak da mümkündür. Fakat hem zorla, millete rağmen iş başına gelmiş olan, hem zındıklığa, fıska, fücûra sapan, yani Kitâb'a, Sünnet'e, İslâm'ın bağlayıcı kurallarına uymayan, devleti, toplumu kendi arzusuna, hevâsına, menfaatine, isteğine göre yönetmeye kalkışan imansız ya da günahkâr, Allah'a ve Resûlü'ne âsi insanların işbaşına gelmeleri durumunda ise ümmetin, bir yolunu bularak bunları yönetimden uzaklaştırmaları ve onların yerine ehil olanları getirmelerini ifade etmiş, bunu ümmet için bir vecibe, bir vazife olduğunu ittifakla söylemişlerdir. Burada tartışılan konu, yalnızca değiştirme eyleminin şartları ve şekliyle alâkalıdır.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: