HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |


İmam-hatipler sun'i gündemlerin hedefi
İmam-hatip liseleri hakkında son zamanlarda yapılan tartışmaları bütün kamuoyu endişeyle izliyor. Bu okulların orta kısımlarının kapatılması ve mezunlarının üniversiteye alınmaması yönündeki talep ve girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son günlerde ortaya atılan bütün sun'i gündemlerin hedefi olduğu anlaşılan İmam-hatip okulları mevzuu çok yoğun olarak tartışılıyor. Bu konuyla ilgilenenlere bakarsanız bir grup, İmam-hatip okullarının orta kısımlarının kapatılması ile alâkalarının olmadığını, bunu hedeflemediklerini; ancak temel eğitimin ya da zorunlu eğitimin 8 yıla çıkmasını istediklerini; bunu Türkiye'de yaşayan insanların bilgi ve kültür seviyesinin yükselmesi için istediklerini; bütün ortaokullara ne oluyorsa bütün İmam-hatip liselerine de bunun olduğunu, ama özellikle bunları kapatmayı hedeflemediklerini söylüyorlar. Bunu söyleyenleri ikiye ayırmak gerekir diye düşünüyorum: Samimi olanlar ve olmayanlar. Samimi olmayanlar bir mânada takiyye yapıyorlar. Çünkü bu konuyu tartışanların önemli bir kısmı medyada, bir kısmı da politikada çalışan insanlardır. Her ikisi de kamuya muhtaçtır. Birisi kamu tarafından izlenmeyi, diğeri de zamanı geldiğinde oy almayı ister. Bu sebeple, kamunun hangi kesimi olursa olsun, önemli bir kemmiyet ifade ediyorsa bu, onlarla açıkça ters düşmemeye özen gösterir. Bu sebeple takiyye yapıyorlar. Ve asıl hedefleri İmam-hatiplerin orta kısmını kaldırmaktır. Bu grup İmam-hatip liselerinin orta kısımlarını kaldırmakla da yetinmiyor. Bugün tartışılmamakla beraber, tartışılan konu kadar önemli olan ve İmam-hatip okullarıyla ilgili bulunan ikinci bir konu daha var: O da mezunların puanını tutturabildikleri ve liyakatlerini ispat ettikleri ve diledikleri üniversitelerde yüksek öğrenimlerini sürdürmeleri konusudur. İmam-hatip karşıtları, İmam-hatipleri alttan biçtikleri gibi, üstten de biçmek istiyorlar. Bu maksatla bu liseler için alan sözkonusu olduğu halde, alan seçmeli sınıf geçme sistemi benimsendiği halde, İmam-hatipler için bu sistemi sözkonusu etmiyorlar. İmam Hatipler için alan belirlemediler. Yarın-öbürgün de üniversiteler bunun arkasından ikinci adım olarak, herhangi bir fakülteye alacakları öğrencileri alanlara göre belirledikleri takdirde -ki bu yapılacak- o zaman İmam Hatip mezunları yüksek öğrenimlerini yapabilecekleri bir tek yer kalacak: ilâhiyât fakülteleri. Çünkü, onun dışındaki fakültelere girebilmek için belli alanlardan mezun olmaları gerekir. Bu konuyu şimdilik böyle bir işaretle bırakalım; ama bu konular, bu üstten biçme de alttan biçme kadar önemlidir, diyelim ve tekrar konumuza dönelim.
Bu grup, samimi olmayan, takiyyeye sapan, asıl amaçlarını gizleyen, bütün dünyada zorunlu eğitim 8, 9, 10 yıla çıkmış ve bizde de bu konuda yıllarca önce karar alınmış olduğundan, bunu fırsat bilerek İmam-hatiplerin orta kısımlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan gruptur. Neden bunlar için "samimi olmayan" diyorum? Çünkü bu grubun asıl amacı Türk insanının, Türk çocuklarının eğitim öğretim seviyelerini yükseltmek maksadıyla zorunlu eğitimi 8 yıla çıkarmak olsaydı; o zaman bu zorunlu eğitimin iki kademeli 8 yıla çıkmış olmasına karşı çıkmazlardı. Bu grup 8 yılı istediği kadar, hatta ondan daha fazla bu 8 yılın kesintisiz olmasını istemektedir. "Kesintisiz"den maksatları bir bina içinde, bir yönetim altında, aynı programla bütün çocukların 8 yıl okumalarıdır. Aslında bir bina içinde, aynı programla, müfredatla, kitapla çocukların 8 yıl okumaları pedagojik açıdan sağlıklı olmadığı, umumiyetle eğitim çevrelerince benimsenmediği, tenkid edildiği ve genellikle de uygulanmadığı halde, bunun üzerinde ısrar etmektedirler. Niçin? Çünkü, "5+3" diye ifade edilen iki kademeli 8 yıllık zorunlu eğitimi kabul ettikleri takdirde, ilk beş yılda aynı müfredatı aynı kitapla okuyan çocuklar, ikinci üç yılda bir kısmı imkânlara göre aynı binalarda, farklı programla ikinci kademeye devam edecek; bir kısmı ise başka binalar bünyesinde, mesela meslek liselerinin bünyesindeki eski ortaokullara, bundan sonraki adıyla zorunlu eğitimin ikinci kademesine geçeceklerdir. Evet, geçeceklerdir, çünkü kendilerine 5. yıldan sonra diploma verilmeyecektir. Okuldan mezun olmak istiyorlarsa, 3 yıl daha okumak mecburiyetindedirler. O halde 8 yıllık zorunlu eğitim yine vardır. O halde neden bu ısrar?
İşte burada samimiyetsizlik ortaya çıkıyor ve hedeflenen şey şu oluyor: Tek programdan ve tek mekândan ayrılmasınlar ve İmam-hatiplerin bünyesine gitmesinler... Niçin gitmesinler? Çünkü o atmosfere bir kere girenler, yani üzerinde "İmam-hatip lisesi" yazan bir binanın bahçesine girenler orada değişime uğramaktadır. İnsanın geçmişiyle kendi öz değerleriyle, gelenekleriyle, vazgeçilmez değerleriyle alâkasını kesmesini ve bir "dünya vatandaşı" olmasını isteyenler, işte bu değiştirici iklimi kendi amaçları için son derece zararlı bulmaktadırlar. Bu samimi olmayan grubun karşısındaki grup ise 8 yılı istiyor, hatta gerekiyorsa bunun 9-10 yıla da çıkabileceğini söylüyor. Yalnızca, ilk 5 yıldan sonra kısmen aynı binalarda, kısmen farklı binalarda (bu imkânlara, duruma, eğitim ve öğretimin gerektirmesine göre ayarlanacaktır) bulunan, zorunlu eğitimin ikinci kademesine gitsinler istiyorlar. Burada ne olacak? Burada yine ikinci kademede de yine ortak dersler bulunacak. Bu ortak derslerin yanısıra, öğrencilerin ilk beş yıl içinde ortaya çıkmaya başlayan eğilim ve kabiliyetlerine göre yönlendirme yapılacak. Bu yönlendirme, seçmeli dersler, uygulama dersleri konularak yaptırılabilir, daha başka yollar ve yöntemlerle bu yönlendirme uygulanabilir. Ama istenen budur. Birileri sırf kafa karıştırmak ve insanları yanıltmak için alâkasız hususları bu konuya karıştırıyor, mesala 18 yaşına girmemiş insanın çocuk sayıldığını ve İLO sözleşmelerine göre 18 yaşından önce çocukların çalıştırılamayacağını; öyleyse zorunlu eğitimin ikinci kademesinde mesleğe yöneltildiği takdirde İLO sözleşmesine aykırı hareket edilmiş olacağını ifade ediyorlar. Hele, bu ifadeyi hem gazeteci hem de milletvekili olan bir insan söylerse, kargalarla birlikte insanların da buna gülmesi gerekiyor. Çünkü temel eğitimin ikinci kademesinde yapılan sadece bir yönlendirmeden ibarettir. Ufak tefek uygulamalar olsa, bunlar da ders mahiyetindedir. Bunun işle, çalışmayla uzaktan-yakından hiçbir alâkası yoktur.

Temel eğitimin kesintisiz sekiz yıla çıkarılması yerine "5+3 yıl" formülünü savunanlar var. "5+3 yıl" formülü İmam-hatiplere yönelişi kısıtlamaz mı?
"5+3 yıl" formülü, eğer aynı mekânda, aynı yönetim altında olacaksa bu İmam-hatip liselerine yönelişi kısıtlar. Aynı yönetim altında, aynı mekânda, aynı program, aynı kitap ve aynı müfredatla olacaksa bu elbette İmam-hatiplere yönelişi kısıtlar. Fakat bunun sakıncası sadece İmam-hatip liselerine yönelişi kısıtlamaktan ibaret değildir. Bunun eğitim öğretimin amacı, Türkiye'nin ihtiyaçları bakımından da bir sürü sakıncası vardır. 8 Yıl aynı mekânda aynı müfredatla ve aynı programla çocuk okutulmaz. Bunu savunmanın, siyasî ve ideolojik olanının dışında hiçbir makul gerekçesi yoktur. Buna rağmen bunun üzerinde ısrar edilirse, elbette yalnız İmam Hatip Liselerine değil, başka meslek liselerine de yönelişi olumsuz etkiler.
Bu yüzden de yıllardan beri maruz kaldığımız, üniversite önlerine adam yığmaktan başka bir işe yaramayan normal liseler istihab haddini aşan bir taleple karşı karşıya kalırlar. Yani herkes o liselere yönelir. O liselerden mezun olanlar da üniversitlerin önünde yığınak yaparlar. Demek ki "5+3"ün aynı mekânda, aynı yönetim altında uygulanması, yalnızca İmam-hatip liselerine yönelişi olumsuz etkilemekle kalmaz, fakat "5+3 yıl" formülü hem öğrencinin hem velinin isteğine, eğilim ve kabiliyetine bakılarak, başka mekânlarda açılmış bulunan zorunlu eğitimin ikinci kademesinde sürdürülebilirlik esası kabul edilirse, o zaman zorunlu eğitimin ilk kademesini tamamlayan öğrenciler kendilerinin ve velilerinin istekleri doğrultusunda, mesela meslek liselerinin bünyesindeki ikinci kademelere gidebilecekleri için ve bu meyanda İmam-hatip liseleri bünyesindeki eski ortaokullara, yeni adıyla temel eğitimin ikinci kademesine gidecekleri için bu uygulama imam Hatip Liselerine yönelişi kısıtlamaz.

İmam-hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılması karşılığında, ortaokullara Kur'ân-ı Kerim ve Arapça derslerinin seçmeli olarak konulması projesini kabul edilebilir görüyor musunuz?
Bu projeyi aslında bir grubun kamuoyunu teskin etmek için ortaya attığını düşünüyorum. Bu proje karşısında bu sefer 2 değil, 3 grup var. Birisi, biraz önce söylediğim gibi, İmam-hatiplerin orta kısımlarının kalkması karşısında ortaya çıkacak tepkiyi yumuşatmak için bir ara formül olarak, bütün ilköğretim okullarının ikinci kademesine seçmeli olarak bu dersler konabilir, diyenler. Mesela en azından Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir temayül içerisinde gözüküyor. İkincisi, aslında sadece İmam-hatip liseleri karşıtı değil, milletimizin çocuklarının dinî eğitim görmesinin de karşıtı olan grubun, laik kişilerin, Batıcıların, ya dinsiz ya da dine soğuk olanların istekleridir. Onlar İmam-hatip liselerinin ortasını bu maksatla kaldırmak istekleri gibi, diğer ilköğretim okullarında seçmeli de olsa birkaç saatlik Kur'ân-ı Kerim ve Arapça dersinin konulması karşısında aynı hassasiyeti gösteriyor, irkiliyor ve karşı çıkıyorlar. Birçok gerekçeler sarfediyorlar. Mesela, daha küçük yaşlarda çocuklara bazı dogmatik bilgilerin dayatılmış olacağını, bunun doğru olmadığını söylüyorlar. Daha garibi, daha yakınlarda izlediğim bir tv programında bir gazetecinin sorup yine bir gazeteci milletvekilinin de çok hikmetli bulduğu bir husus... Neymiş, eğer nüfusunun % 98'i Müslüman olan bir ülkede temel eğitimin ikinci kademesine seçmeli Arapça ve Kur'ân-ı Kerim dersleri konursa, onu seçmek psikolojik olarak mecburiyet haline gelirmiş. Çünkü böyle bir ülkede Kur'ân'ı seçmemek kolay değilmiş, Kur'ân'ı seçmeyenlere kötü nazarla bakılabilirmiş. Böyle manevî bir baskı altında seçmek mecburiyeti olunca da işte bu derslerin konmasıyla bir mânada seçmeli olmaktan çıkar, icbârî hale gelirmiş. Tabiî, bu beyler kapalı kapılar arkasında oturup İmam-hatiplerin ortasını nasıl ortadan kaldırabiliriz ve mümkünse bütün eğitim kademelerinden müspet anlamda din adını, özellikle İslâm adını ortadan kaldırmak için neler yapılabilir, konusunu görüştükleri için; içlerinde tatbikatçı da az olduğu için, ya da taassup gözlerini kör ettiği için hakikatleri göremiyorlar. Biz yıllarca bu ülkenin ortaokul ve liselerinde öğretmenlik yaptık. Yabancı okullar da buna dahil. Ben şahsen Saint-Joseph'de 3-4 yıl hem ahlâk dersi okuttum, hem de din dersi okuttum; başka ortaokullarda da okuttum. O günlerde din dersi seçmeliydi, ahlâk dersi mecburiydi. Hiçbir okulda din dersini seçenler ile seçmeyenler arasında bu beylerin tasavvur ettikleri ya da bir koz olarak ortaya sürdükleri şekilde olumsuz tavır görülmedi. Dileyen din derslerini seçti. Hatta bunların zanlarının tam aksine, ya da beklentilerinin aksine, din dersini seçenlerde bir çekingenlik vardı, seçmeyenlerde değil. Bir üvey evlat muamelesi içerisinde, bazen de olmadık saatlere konularak bu seçmeli din dersi okutuldu. Seçmeyenler üzerinde bunun hiçbir olumsuz etkisi veya baskısı görülmedi.
Bu kafada olanlar aynı gerekçeyi, üniversitelerde dileyen isteyen kızların örtünmeleri konusunda da kullanıyorlar. Orada da birileri örtünüp birileri örtünmediğinde bunun örtünmeyenler üzerinde psikolojik bir baskı meydana getireceğini düşünüyorlar. Halbuki vakıa bunun tersidir. Baskı, hem psikolojik hem de fizikî olarak, maddî olarak örtünenler üzerindedir. Bu beyler inşallah bir gün anlayacaklar ki, farklı düşünen, farklı inanan insanların bir ülkede bir arada yaşamalarının çaresi böyle karşılıklı dayatma ve bastırma değil, hoşgörü, insanların birbirine katlanmasıdır. Kur'ân'ı seçenin seçmeyene, seçmeyenin seçene; örtünenin örtünmeyene, örtünmeyenin örtünene hak, hukuk, hürriyet ve hoşgörü içerisinde bakmasını öğrenmesidir. Bu ikinci gruba göre seçmeli olarak da olsa, ilköğretim okullarının ikinci kademesine Arapça ve Kur'ân-ı Kerim konamaz, konmamalıdır.
Üçüncü gruba göre -ki ben de onlardanım, onlar gibi düşünüyorum-, bütün ortaokullara, yani şimdiki isimleri ile zorunlu eğitimin ikinci kademesine, seçmeli olarak Kur'ân-ı Kerim ve Arapça'nın konması, doğru telaffuz edeceksek, seçmeli birçok ders arasında Kur'ân-ı Kerim'in ve Arapça'nın da konması şeklinde anlaşılmalıdır. O takdirde biz İmam-hatip liseleri açısından baktığımızda bu ara formülün bizim işimizi tam olarak görmediğini düşünüyoruz. Çünkü, Milli Eğitim'de çalışan yönetici ve öğretmenlerin genelini düşündüğümüzde -hepsini itham etmiyorum ama-, okullarda eğitim ve öğretimin nasıl yürüdüğünü düşündüğümüzde, orada veliler ve öğrenciler isteseler bile kabiliyetli öğrencilerin Kur'ân-ı Kerim ve Arapça'yı seçmelerinin önünde maddî ve manevî engellerin oluşacağını ve önemli sayıda istidatlı, kabiliyetli çocuğun bu dersleri seçme imkânı bulamayacaklarını düşünüyoruz. Bunun için, mademki ikinci kademeye seçmeli olarak Arapça ve Kur'ân-ı Kerim derslerini koymayı düşünüyorsunuz; o halde geliniz şu konuda uzlaşalım: Kur'ân-ı Kerim ve Arapça derslerinin seçmeli olarak okutulduğu ikinci kademe, İmam-hatip liselerinin bünyesinde olsun. Hâlihazırdaki durum da bundan ibarettir. Bunlara dokunmayınız; bu hem sizin hem bizim arzumuzu gerekleştirir. Yani, 1) zorunlu eğitim 8 yıla çıkmış olur; 2) zorunlu eğitimin birinci kademesinde bütün öğrenciler aynı programı almış olurlar; 3) ikinci kademesinde sizin de razı olduğunuz, bizim de istediğimiz seçmeli ders sistemi gerçekleşmiş olur; 4) İmam-hatipler için bu seçmeli ders bugün olduğu gibi, Arapça ve Kur'ân-ı Kerim'den ibaret olmuş olur.
Burada, milletin çocuklarını ilk beş yılı bitirdikten sonra, "ille Arapça ve Kur'ân-ı Kerim'i seçmek üzere İmam-hatiplerin bünyesindeki ikinci kademeye gidin" diye bir zorlama olmadığına göre; bunun laikliğe, din ve vicdan hürriyetine bir baskı olmayacağı âşikârdır. Bu tamamen ihtiyarîdir, veli ve çocuk dilerse İmam-hatiplerin bünyesindeki ikinci kademeye gidecektir. O takdirde Arapça ve Kur'ân-ı Kerim'i seçmiş olacaktır. Dilemiyorsa bir başka seçmeli dersi seçmiş olacaktır.

İmam-hatip liselerinden yetişen nesilleri kendileri için tehlike addeden bir kesimin ortaya attığı bugünkü tartışmaların gölgesinde bu okulların eğitim kalitelerinin iyileştirilmesi gibi zaruri konular pek gündeme gelemiyor. Sizin bu konuda teklif ve tavsiyeleriniz var mı? Bu konunun gündeme gelmesini yararlı görüyor musunuz?
Elbette... Benim de şahsen bir "danışman" gibi ilgilendiğim Ensar Vakfı, en azından 3-4 yıldan beri hem Anadolu'da hem İstanbul'da arka arkaya birçok toplantılar yaparak uygulamanın içinde olan İmam-hatip müdürlerini ve tecrübeli öğretmenleri toplayarak bu okulların problemlerini, iyileştirme çarelerini görüştüler. Uzun müzakerelerden sonra bu müzakereler rapor halinde yazıldı. Hatta bu raporlar ufak ufak kitaplaştırıldı, broşürler halinde basıldı. Sonra sıra bu raporların uygulamaya sokulmasına geldi. Ama Türkiye'de demokrasi yok... Türkiye'de demokrasi olmadığı için de sivil kurum ve kuruluşların iradeleri geçerli değil. Türkiye'de hangi iradelerin geçerli olduğunu yıllardan beri yaşıyoruz da son günlerde daha canlı daha açık seçik olarak yaşamaya başladık. Bir avuç "A. B. A."nın iradesi geçerli oluyor. Bu tabir de benim değil bir eski Kültür Bakanı gazetecinindir. Yani: aydın-bürokrat-asker: ABA... Abanın altında sopa... "Bunu da hatırlatıyor sana bu tabir"...
Aydın, bürokrat ve askerden oluşan bir avuç insanın iradesi geçerli oluyor. Elbette ben ne askerin, ne bürokratın, ne de aydının tamamını bu baskı grubu içinde görüyorum, ne de milletinden kopuk olarak görüyorum. Belki de böyle göstermek biraz da din karşıtlarının işine geliyor. Onlar kendi cephelerine böylece hayalî ve vehmî güçler katıyorlar. Biz de doğrusu onların ekmeğine yağ sürmemeliyiz. Birçok askerin, birçok bürokratın, birçok aydının bu konularda akl-ı selim ile düşündüklerini ve milletine yabancılaşmadıklarını, dinlerinden kopmadıklarını, dinden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini bildiklerini biliyor, görüyor ve yaşıyoruz.
İşte Türkiye'de sayıları ne olursa olsun, bulundukları yer önemli olduğu için, güçleri ellerinde topladıkları için, sözleri dinlenen insanlar tabandan gelen bu ıslahat iradesine kulak asmıyorlar. İmam-hatipleri niye ıslah etsinler? Milli Eğitim ne zaman halkın kalbine ve nabzına kulak veren insanların eline geçti de, tabandan gelen isteklerin istikametinde ıslahat yapıldı? Bu ne yazık ki hiç olmadı. Olmadığı için de bu düşünceler hep kuvvede kaldı, fiile geçemedi. Ama ben şahsen, düşündüğümü soruyorsanız, İmam-hatip liselerinde hem yönetim, hem eğitim kadrosu, hem program, hem müfredat, hem kitap, hem fizikî şartlar açısından çok önemli eksikler bulunduğunu ve bunların da bir an önce ıslah edilmesinin şart olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncelerimi çeşitli platformlarda ifade etmişimdir. Başkaları da ifade etmiştir. Ve bunlar raporlara da intikal etmiştir.
Dileriz, milletine kulak veren aydınlar, bürokratlar, askerler çoğalırlar ve bu ıslahat arzularına -ki bunlar sadece İmam Hatiple ilgili değildir. Türkiye'nin daha yüzlerce, binlerce problemi bu meyandadır- kulak verir ve adına gerçek mânada ıslahat diyebileceğimiz değişimleri gerçekleştirirler.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Makale | Sonraki Makale | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: