HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


Hz. İsa (a.s.)
Soru: Kanal 7'de Ramazan ayında yapmış olduğunuz programı zevkle seyrettim. Ne yazık ki zevkim yarıda kaldı. Aradan bir ay geçti, yayınlanmakta olan bir dergide Hz. İsa'nın inmesi ile ilgili şu başlık: "Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) inecek diyor, bunlar inmeyecek diyorlar." Şaşırdım, bana sorulan sorulara nasıl cevap verecektim? Ben ne yapacağımı bilemiyordum; sizin söylediklerinizi anlatsam Peygamber'e muhâlefet etmiş gibi oluyorduk. Cemâat açısından iş kapandı, fakat benim açımdan kapanmadı. Kime nasıl inanacağız? Kitaplar karışık, âlimler karışık, biz ise şaşırdık. Hakkınızı helâl edin.
Ali Ergün
(Din Görevlisi)
Cevap:
Önce Kur'ân-ı Kerim'de ve eldeki İncillerde Hz. İsâ'nın vefâtı ile ilgili neler var, bunu görelim: Nisâ Sûresinin 156-159. âyetlerinde şöyle buyuruluyor:
"156- Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından; 157- "Allah elçisi Meryem Oğlu Îsâ Mesîh'i öldürdük" demeleri yüzünden... Halbuki onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler; (başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bu konuda tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uyma dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmemişlerdir. 158- Bilâkis Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. 159- Ehl-i kitaptan her biri ölümünden önce ona mutlaka iman edecektir; o da kıyâmet gününde onlara şâhit olacaktır."
Gerçi Âl-i İmrân'da (3/55) Hz. Îsâ'nın "vefât ettirilmesi ve Allah nezdine kaldırılması" konusuna temas edilmiştir, ancak orada da bu vefâtın ve kaldırılmanın nasıl ve ne zaman olduğu konusunda açıklık yoktur. Burada açık olarak ifade edilen husus ise, Hz. Îsâ'nın Yahudiler tarafından katledilmediği ve aşağıda açıklanacak olan "salb" olayının da Hz. Îsâ üzerinde gerçekleşmediğidir.
Elde bulunan İnciller'de (Matta, 26-28; Markos, 14-16; Luka, 22-24 Yuhanna, 19-21) -olayın detaylarında önemli farklılıklar bulunmakla beraber- Hz. Îsâ'nın âkıbeti şöyle anlatılmaktadır: On İki Havârî'den biri olan Yahuda İskariyot, Yahudilerin başkâhinine gidip para karşılığında onu kendilerine teslim edebileceğini söyledi. Yahuda'ya otuz gümüş verdiler, Îsâ'nın yerini onlara haber verdi, gelip yakaladılar, çarmıha gerdiler, burada rûhunu teslim etti, tâbîleri onu alıp bir kabre gömdüler, bilâhare kabre geldiklerinde üzerindeki taşın kaldırılmış, kabrin içinin de boş olduğunu gördüler; Îsâ diriltilmiş, kıyam etmişti. Bazı şâkirdlerine göründükten ve getirdiği dîni yaymalarını onlara vazife olarak verdikten sonra, göklere çıkmış ve babasının (Tanrı'nın) sağına oturmuştu...
Hz. Îsâ'nın yaşadığı çağda ve bölgede idamlar çarmıha germek sûretiyle yapılır, mahkûmlar çarmıhta bir müddet kaldıktan sonra, kemikleri ve özellikle de omurga kemikleri kırılıp omuriliği çıkarılarak öldürülürdü. Arapça "salb" kelimesi hem mahkûmu haça çivilemek, hem de "omurgasını kırıp omuriliğini çıkararak öldürmek" mânâlarına gelmektedir (Râgıb, el-Müfredât, "slb" md.). Diğer İnciller'de bulunmamakla beraber Yuhanna'daki şu ifade bu bakımdan ilgi çekicidir: "... başını eğip rûhu verdi...Askerler gelip diğer mahkûmların bacaklarını kırdılar; fakat Îsâ'ya gelip onun zaten ölmüş olduğunu görünce bacaklarını kırmadılar... Çünkü bu şeyler "Onun hiçbir kemiği kırılmayacaktır" yazısı yerine gelsin diye vâki oldu (19/28-37).
İnciller'de yazılanlar bu şekilde olmakla beraber Hıristiyanlar Hz. Îsâ'nın âkıbeti konusunda ikiye ayrılmışlardır: Çoğunluğa ve resmî inanca göre, o çarmıha gerilerek öldürülmüş, böylece insanlığın günahını (ilk günahı) canıyla ödemiş, sonra babasının yanına gitmiştir. Barnaba İncili'ne ve bir kısım Hıristiyanlara göre ise Hz. Îsâ çarmıhta öldürülmemiştir, birisi ve muhtemelen onu ihbar eden Yahuda, Allah tarafından Îsâ'ya benzetilmiş, Yahudiler de onu tutup çarmıha gererek öldürmüşlerdir (Neccâr, Kısasü'l-enbiyâ, s. 403, 448 vd.; İbn Âşûr, Tefsîr, V, 22).
Bu bilgileri ihtivâ eden kaynakların önemlilerinden biri olan Barnaba İncili, Hz. Îsâ'nın havârilerinden ve Markos'un amcasıoğlu Aziz Barnaba'ya aittir. Konsillerde oluşturulan ve daha çok Paulus'un etkisinde kalan resmî Hıristiyanlığa aykırı düştüğü için yasaklanmış, uzun müddet bazı yüksek seviyeli din adamlarının elinde gizli kaldıktan sonra 1738'de Viyana Kütüphanesi'ne konmuş ve böylece ortaya çıkmış, birçok dile tercüme edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'in açık ve kesin ifadesine göre Hz. Îsâ bir peygamberdir, düşmanları tarafından çarmıha gerilerek öldürülmemiştir, Allah Teâlâ peygamberini onlardan korumuş, aralarından çıkarıp himâyesine almış, nezdine yükseltmiştir. "(Başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler" şeklinde çevirilen kısımda geçen teşbîh kelimesinin bir mânâsı "benzetmek, benzer kılmak" bir başka mânâsı da "şüpheye düşürmek"tir. Bu mânâlardan birincisine göre ihbarcı Hz. Îsâ'ya benzetilmiş ve çarmıha gerilerek katledilmiştir. İkincisine göre "Hz. Îsâ'yı çarmıha gerip öldürmüş değillerdir, bu konuda zaten kendileri de şüphe ve ihtilâf içindedirler". 157. âyetin sonundaki "Onu kesin olarak öldürmediler" cümlesini de iki şekilde anlamak mümkündür: 1. "Onu öldürdüklerini iddia edenler bu konuda kesin bilgiye sahip değildirler; bu mânâ, teşbihin ikinci mânâsını teyit etmektedir. 2. "Onu öldüremedikleri kesindir"; bu mânâ da teşbihin, "birini diğerine benzetme" anlamını desteklemektedir.
Kur'ân'a göre Hz. Îsâ'yı çarmıha gererek öldüremedikleri kesin olmakla beraber, âkıbetinin ne olduğu konusunda aynı kesinlik yoktur. Taberî ve İbn Kesîr gibi tefsirlerde, uzun uzadıya yer verilen rivâyetlere ve müslümanlar arasında yaygın olan inanca göre Hz. Îsâ, basıldıkları evin tavanında açılan bir delikten göğe çıkarılmıştır, maddî olmayan bir semâda yeniden geleceği günü beklemektedir, o gün gelince yere inecek, Deccâlı öldürecek, bütün dinlerin nihâî bir özeti ve özü olan İslâm'a hizmet edecek, yeryüzünü ahlâkî yönden ıslâh eyleyecektir... (Taberî, VI, 12 vd.; İbn Kesîr, II, 427 vd.). Ancak Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesi böyle bir anlayış için kesin ve ihtimâlsiz bir delîl olarak kullanılamaz; çünkü gerek burada açıklanan 158. âyette ve gerekse Âl-i İmrân sûresinin 55. âyetinde Allah Teâlâ, onu "kendine yükselttiğini, kaldırdığını" ifade buyuruyor; burada "semâ"dan söz edilmiyor, "Onu semaya kaldırdı" denmiyor; O'na yükselen şeyin ise yaratılmiş bir nesne (rûh ve ceset) olması da uygun, hattâ mümkün değildir. Allah Teâlâ'nın her şeye kadir olduğunda, peygamberlerine nice mûcizeler lûtfettiğinde şüphe bulunmamakla beraber, burada "Hz. Îsâ'nın bedeniyle beraber göğe yükseltildiği" ifadesi mevcût değildir. Aksine Nisâ sûresinin 158. âyetinde "kendisine yükseltti, kaldırdı", Âl-i İmrân'da ise "Seni vefât ettireceğim ve kendime yükselteceğim, kaldıracağım" buyurulmuştur. Bu iki âyete bir arada mânâ verildiği zaman ortaya çıkacak sonuç, "onun önce vefât ettirildiği, sonra Allah'a götürüldüğüdür ve bunun, asırlarca sonra değil, öldürme teşebbüsü sırasında veya kısa bir müddet sonra vukû bulduğudur". İşte bu gerçekler, bilgiyi -bütün diğer peygamberlerin aldığı- tek kaynaktan, vahiy yoluyla Allah'tan alan son peygamberin (s.a.v.) gelmesiyle ortaya çıkmış ve insanlığa ilân edilmiştir; nitekim Hz. Îsâ da, bugün elde bulunan İnciller'de yer alan şu cümleleriyle buna işaret etmiştir: "... benim gitmem sizin için hayırlıdır; çünkü gitmezsem tesellici size gelmez... Size söyleyecek daha çok şeylerim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat rûhu gelince size, her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemeyecek, fakat her ne işitirse söyleyecek... Benimkinden alacak ve size bildirecektir" (Yuhanna, 16/8-16; krş. Saf 61/6). Burada geçen "tesellici" ve "hakikat rûhu"nun aslında Ahmed'e (s.a.v.) tekâbül eden bir kelime olduğu, fakat Ehl-i kitabın kelimeyi bu şekilde değiştirdikleri, birçok araştırmacı tarafından ileri sürülmüştür (Hamidullah, Le Saint Coran, 739).
"Ehl-i kitaptan her biri ölümünden önce ona mutlaka iman edecektir; o da kıyâmet gününde onlara şâhit olacaktır" meâlindeki âyet (159) iki şekilde anlamaya müsaittir: 1. "Hz. Îsâ'nın ölümünden önce...". Bu anlayış ve yorum, "onun ölmediği, semâda ineceği günü beklediği" inancına delîl kılınmıştır. Ancak Hz. Îsâ âhir zamanda yeryüzüne indiğinde yaşamakta olan Ehl-i kitap, gelmiş geçmiş bütün Yahudiler ve Hıristiyanlar olmadığı için bu anlayış/yorum, âyetin açık mânâsına -lafzî bir delîl bulunmadığı halde kapsamını daraltmadıkça (tahsise gidilmedikçe)- ters düşmektedir. 2. "Her bir Ehl-i kitap mensubu kendi ölümünden önce...". Bu anlayışa göre Allah Teâlâ, kulu ve elçisi Îsâ'ya bir lûtuf ve tesellî olarak her bir Yahudi ve Hıristiyana, son nefeslerini verirken gerçeği gösterecek, Yahudiler onun peygamber olduğuna, Hıristiyanlar da Allah'ın oğlu değil, peygaberi ve elçisi olarak gönderildiğine inanacaklardır; âhir nefeste gerçekleşecek olan bu "yeis hali imanı, hayattan ümit kesildikten sonraki inanma onlara bir fayda sağlamayacaktır (Râzî, XI, 103-104). İş işten geçtikten sonra inanma fayda vermediği gibi bunu hesap (mahkemeleşme) sırasında, berâet delîli olarak ileri sürmenin de faydası olmayacaktır; çünkü onların Hz. Îsâ'ya, Allah'ın bir peygamberi olarak -inanmanın işe yaradığı bir zamanda- iman etmediklerine o da şâhitlik edecektir.
Âl-i İmrân'da (3/55) "...sana tâbî olanları, kıyâmete kadar seni inkâr edenlerden üstün kılacağız", burada 155. âyette de Yahudiler kastedilerek "... onların ancak pek azı iman ederler" buyurulmuştur. Bu iki âyet de "her bir Ehl-i kitap mensubunun ölmeden önce ona iman edecekleri anlayışına ters düşmektedir. İbn Âşûr "...ölümünden önce ona iman edecektir" kısmında geçen "ona" zamirinin "Hz. Îsâ'ya değil, "yukarıda anlatılan "katledilmediği, aksine Allah nezdine yükseltildiği" vâkıasına ait bulunduğunu, ona işaret ettiğini ileri sürmüştür. Ona göre Yahudiler ve Hıristiyanlar, ömürlerini tereddüt içinde geçirseler de sonunda Hz. Îsâ'nın çarmıha gerilmediğine, Yahudiler tarafından bu şekilde öldürülmediğine iman edeceklerdir.
Bütün bu açıklamalar şu kanâatimizi teyit etmektedir: Kesin olan, Hz. Îsâ'nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek, omurgası parçalanarak öldürülmediği, Allah Teâlâ'nın kulu ve elçisini onların elinden bir şekilde kurtardığı, onu daha sonra vefât ettirdiği ve kendine yükselttiğidir. Vefât ettirmenin şekli ve zamanı ile kendine yükseltmenin nasıllığı konusu ihtimâllere açıktır. Kur'ân-ı Kerîm'de şehidlerin mutlu sonlarını anlatırken "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın; bilâkis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar..." buyurulmuştur. Bu âyete göre şehidler de diğer insanların ölmesi gibi ölmemişlerdir, Rableri nezdinde rızıklara mazhar olmaktadırlar; ancak bu ifadeyi "Rûhları ve cesetleriyle Allah'ın nezdine yükseltilmişlerdir ve orada dünyalılar gibi yaşamaktadırlar" şeklinde anlamak mükün değildir. Şu halde hayatın da, ölümün de çeşitleri vardır ve Allah nezdinde olmak, Allah'a yükseltilmek maddî olarak anlaşılamaz; çünkü Allah zamandan, mekândan ve maddeden münezzehtir.
İslâm âlimlerine göre inanç konusunda bir hadîsin delîl olarak kabûl edilebilmesi için onun mütevatir olması (ilk nesilden itibaren birçok râvî tarafından aktarılması) gerekir. Hz. İsâ'nın yeniden geleceğini bildiren hadîslerden hiçbiri mütevatir değildir. Tamamında ortak olan "yeniden gelecek" kısmı için mütevatir diyenler vardır, onlara göre de -bu ortak kısım dışında kalan- detaylar mütevatir değildir, delîl olmaz. Bir iki kişinin rivâyet ettiği bir hadîsi, inanç konusunda delîl olarak kabûl etmemek, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) muhâlefet değildir; "O'nun böyle bir söz söylediğine dair güçlü delîl yok, söylememiş olabilir" demektir. Böyle ihtimâlli sözler ile de bir İslâm inancı oluşmaz.
Bir Mehdî ve Îsâ Mesîh beklentisi, çeşitli zamanlarda birtakım sahtekârların ortaya çıkıp mehdîlik ve mesîhlik iddiasında bulunmalarına sebep olagelmiştir. Hz. Îsâ'nın, bir ıslâhat vazifesi ile dünyaya yeniden gelmesi mukadder ise bunun için gövdesini ölümsüz kılmak ve onu gökte bekletmek zarûrî değildir; bunun ilâhî takdir ve kudret ile başka şekillerde de gerçekleşmesi mümkündür. Müslümanların vazifesi de ıslâhat için Mehdî'yi veya Hz. Îsâ'yı beklemek değildir, kötülüğü engellemek, iyilik ve güzellikleri yaymak, yaşamak ve yaşatmak için ellerinden geleni yapmak, canla başla çalışmaktır. Allah müminlerden, ıslâhatçıyı bekleyip beklemediklerini değil, bunun için kendilerinin ne yaptıklarını soracaktır.
"Kitaplar ve hocalar karışık" derken, "iyisi kötüsüne, doğrusu yanlışına karışmış, hangisi iyi, doğru bilinemiyor" demek istiyorsanız durum pek böyle değildir. Temel İslâm bilgilerini elde etmiş olan bir mümin, gerektiğinde daha çok bilenlerle de istişare ederek iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilir.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: