HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


İkinci eş
11. Erkeklerin ikinci bir eş almalarına nasıl bakıyorsunuz?

Cevap:
Birden fazla kadınla evlenmeyi câiz kılan âyetin meâli şöyledir: "Yetimlerin hakkına riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın; haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın... ile yetinin; bu, adâletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisâ: 4/3).
İnsanoğlunun dünya hayatında mutluluğu bulabilmesinin ve yaratılış amacını gerçekleştirmesinin maddî şartları içinden ikisinin önceliği vardır: a) Aile ve cemiyet içinde sağlıklı, dengeli ve düzenli "insanî ilişkiler", b) Âdil ve mâkûl bir "insan-servet ilişkisi". Nisâ sûresinin ikinci âyetindenen altıncı âyetin sonuna kadar -birinci âyette önemle tavsiye edilen aile ve akrabalık bağlarına riâyetin tabîî sonuçları olarak- geniş ailede yetimlerin haklarından söz edilmiş, velîsi ile yetim arasındaki şahsî ve mâlî tasarruf ilişkisi kaidelere bağlanmıştır. Aradaki iki âyette evlilik ve mehir konularına temas edilmiştir; ancak bu temas, yetimlerin hukuku ile ilgili kaideler koyma ve tavsiyelerde bulunma irâdesinden doğduğu için dolaylı olmuştur. Yani meşhur teaddüd-i zevcât (birden fazla kadınla evlenme) izni doğrudan hüküm konusu olmamış, yetimlerin haklarını korumak için bir araç olarak ve bu münasebetle zikredilmiştir. Yedinci âyetten itibaren de servet dağılımının en önemli unsurlarından biri olan miras hükümlerine yer verilecektir.
İnsanoğlu bugüne kadar savaşa, tabîî felâketlere ve ölüme çare bulamamıştır. Bir gün savaşa çare bulsa ve devamlı bir barış ortamı sağlasa bile dünya hayatını, diğer ikisiyle beraber yaşayacağı anlaşılmaktadır. Savaşlar, tabîî felâketler ve ölümler arkada babalarını ve analarını kaybetmiş çocuklar bırakmaktadır. Babalarını kaybeden çocuklar (yetimler) şahısları ve malları için bir koruyucuya, eğitici ve temsilciye muhtaç olurlar, işte bu koruyucu ve temsilciler "velîler "dir. Velînin vazifesi yetimi görüp gözetmek, onun şahsî ve malî menfaatini kollamaktır, yetimi himâyesi altına alan, koruyup yetiştiren kimselere Resûlullah'ın (s.a.v.), cennette kendisiyle beraber olacakları müjdesi vardır (Buhârî, "Talâk", 25, "Edeb", 24; Müslim, "Zühd", 42). Bunu yapmayan, üstelik yetim malını yemeye, gaspetmeye, onu kendine ait kötü mal ile değiştirmeye kalkışan velî, vazife ve salâhiyetini kötüye kullanmış, emanete hıyanet etmiş olmaktadır. Temizi ve iyiyi, pis ve kötü olanla değiştirmenin bir başka şekli de helâli bırakıp haramı, hakkı olmayan şeyi almak ve yemektir, haramdan yararlanmaktır.
Yetimler çoğu kez velîleri tarafından evlendirilmekte, damat adayı ile şartlar konusunda da velîlerin isteği belirleyici olmaktadır. Yetim bir başkası ile evlendirilirken onun menfaatinin koruyucusu velîdir. Eğer yetimi bizzat velî almak, nikâhlamak isterse bu takdirde onun koruyucusu yoktur, şartları belirlemek de - aynı zamanda evlenme akdinin diğer tarafı olan- velîye kalmaktadır; bu durumda hakkın kötüye kullanılması, yetimlerin hukukunun zâyî olması ihtimâli artacağından Allah Teâlâ velîlere, adâletten sapma riski karşısında, himâyeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenemeleri câiz olacak kadar da uzak akrabaları olan yetim kızlarla evlenmek yerine, başka kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmekte, "ikişer, üçer, dörder" demek sûretiyle de dünyada evlenilecek kadınların tükenmediğine, velâyeti altındaki yetim kızlar dışında birçok kadının bulunabileceğine işaret buyurulmaktadır. Hz. Âişe'nin "yetimlerin hakkına riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız..." meâlindeki âyetin geliş sebebi olarak zikrettiği yaygın âdet ve sorular, yukarıdaki açıklamanın tarihî bir vâkıa olduğunu göstermektedir; buna göre velîler ya mallarına göz koydukları için istemedikleri/sevmedikleri halde himâyeleri altındaki yetimlerle evleniyorlardı yahut da isteyerek evleniyor, fakat mehirlerini ve çeyizlerini emsaline göre eksik belirliyorlardı (Buhârî, "Tefsîr", 4/1).
Âyetin dolaylı olarak temas ettiği birden fazla kadınla evlenme imkânı ve âdeti, İslâm'ın geldiği çağdan çok öncelere kadar uzanmaktadır. İslâm öncesi çağlarda Mısır, Hindistan, Çin ve İran'da, Eski Yunan ve Roma toplumlarında, Yahudilerde ve Araplar'da ya nikâhlamak, yahut da evde veya evin dışında bir yerde dost tutmak sûretiyle erkekler, birden fazla kadınla evlilik yapıyorlar veya evliliğe benzer ilişkiler yaşıyorlardı. Bu çağlarda birden fazla kadınla evlenmenin birden fazla sebebi mevcûttu. İslâm'ın geldiği bölgede, özellikle köylerde ve dağ başlarında yaşayan bedevîlerin çok kadınla evlenmelerinin baş sebebi, hem düşmana karşı korunmanın, hem de çevresi üzerinde hâkimiyet sağlamanın güçlü ve muharip nüfusa ihtiyaç göstermesidir. Diğer sebepler arasında, kırsal hayatın güçlüğü ve birçok emekçiyi gerekli kılması, kabileler arasında sürüp giden savaşların, yağma, baskın ve talan hareketlerinin çok sayıda erkek ölümüne sebep olması, bunun sonucu olarak da kadın-erkek arasındaki sayıca eşitlik dengesinin erkek aleyhine bozulması gösterilebilir.
Şu halde erkeğin birden fazla kadınla evlenme imkân ve uygulamasını (teaddüd-i zevcâtı, poligamiyi) İslâm getirmemiş, mevcût uygulamayı belli şartlara ve hukuka bağlayarak devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir: a) Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmelerini tavsiye etmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adâlete riâyet edememe tehlikesinin bulunduğunu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise bir kadınla evlenmek olduğunu dile getirmiştir. b) 129. âyette ise birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap etmiş, birden fazla kadın arasında adâlete tam riâyetin mümkün olmadığını bir kere daha hatırlattıktan sonra, hiç olmazsa adâletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir.
Beşerî sistemler köklü değişikliklere uğratılarak amaca uygun hale getirilirler. İslâm'da bir bütün halinde köklü değişim sözkonusu değildir, onda değişmez kurallar vardır, ancak hangi kural olursa olsun uygulandığında tabîî olmayan bir olumsuz sonuç doğuyorsa, uygulamayı durdurma imkânı da mevcûttur. Bu cümleden olarak, tarihî ve ictimaî şartlara bağlı bir cevazdan (izinden, serbest bırakmadan) ibaret olan çok kadınlı evlilik, genellikle kötüye kullanıldığı ve olumsuz sonuçlar doğurduğu takdirde, müslümanların veya salâhiyetli temsilcilerinin kararı ile engellenebilir; bu tasarruf, beşer eliyle kanunu (şerîatı) değiştirmek mânâsına gelmez; bu, tıpkı şartlarını yerine getirememekten korkan ferdin, tek kadınla evli kalmayı yeğlemesi gibidir; tarihî şartlar avdet edinceye veya ihtiyaç hâsıl oluncaya kadar uygulama durdurulur
Ortada önemli bir gerekçe (ihtiyaç, zarûret) bulunmadıkça sırf zevk için ikinci bir kadınla evlenen erkekler, herkesin tek kadınla evlenip yaşadığı bir ortamda bunun, birinci eşi ile onun çevresini ve aileyi nasıl etkilediğini de hesaba katmak durumundadırlar. "Her şeyden önce bir din kardeşimiz olan birinci eşlerimizi, sırf zevkimizi tatmin etmek için bu kadar üzmeye, yıkmaya, hasta etmeye, din ve imanını tehlikeye atmaya hakkımız var mı?" diye düşünmek mecbûriyetindedirler. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ali'nin, Fatma üzerine ikinci bir eşle evlenmesine izin vermemiş, bu evliliğin Fatma üzerinde muhtemel kötü etkisini gerekçe olarak ileri sürmüştür.

12. Ikinci evlilik yapan kişiler, gerek resmî gerekse sosyal baskılar nedeniyle genellikle bunu gizlemektedirler. Bu durumda nikâhın ilânı şartı nasıl gerçekleşebilir, bu nikâh geçerli olur mu?

Cevap:
Yukarıdaki cevaplar içinde bu sorunun da cevabı vardır.

13. Kadınların erkeklerle konuşmasının hükmü?
Kadınların erkeklerle konuşmaları genel hüküm/kural olarak câizdir. Kur'ân'da Hz. Peygamber'in (s.a.v.) eşlerine mahsus olarak indirilen âyette (Ahzâb: 33732) bile onların erkeklerle konuşması yasaklanmamış, konuşurken karşı cinsi tahrik edecek bir ses ve tavır içinde olmaları yasaklanmıştır. Erkeklerle perde arkasından konuşma hükmü Hz. Peygamber'in eşlerine mahsus (özgü) bir hükümdür, diğer kadınların yalnızca tesettürlü olmaları yeterlidir. Bir mümin kadın ciddîyet içinde, iyi niyetle (meselâ İslâm'ı anlatmak için) veya ihtiyaç bulunduğu için erkeklerle konuşur, hattâ kocasının arkadaşları evlerine geldiğinde onlara ikramda bulunabilir. Sahâbe ailelerinde bunun örnekleri yaşanmış (Buhârî, Nikâh, 77; Müslim, Eşribe,86), fıkıhçılar da buradan hareketle câiz olduğunu söylemişlerdir. Câiz değil diyenler naslara (yasaklayan âyet veya hadîse) değil, sedd-i zerîa kaidesine dayanıyor olsalar gerektir. Bu kaide "insanları harama götürmesi muhtemel davranışları yasaklamak" demektir. Ancak harama götürmesi ihtimâli zayıf, faydalı olma ihtimâli kuvvetli olduğunda bu kaide geçerli olmaz. Sizin örneğinizde tesettürlü mümin bir kadının, dînini ve kültürünü tanıtmak için yaptığı faâliyet faydalıdır, bu faâliyeti yürüten kadınların, kalabalık içinde konuştukları Fransız erkeklerine karşı cinsel duygu ve düşünce sahibi olmaları ihtimâli ise zayıftır.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: