HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Önceki Soru | Sonraki Soru | Bütün Sorular | Bütün Konular |

Soru-(242) Hak kavramı ile ilgili sorular.

Hak kavramı ile ilgili sorular.

Soru:
1. Hak kavramının tanımını yapmak mümkün olabilir mi?
Cevap:
İnsan için söz konusu olan haklar "Kanunla korunan yetkiler" şeklinde tanımlanmıştır. Bu genel tanımlamaya İslâmî açıdan bir kayıt ekleyerek tarifi şöyle yapabiliriz: "Allah'ın koyduğu kanunlarla korunan yetkiler". Uygulama ve gerçekleri göz önüne alarak hakları iki gruba ayırmak gerekir: a) İnsan olduğu için insana verilen haklar, b) İrade ve çabasıyla belli vasıflar kazandığı için insana verilen haklar. Bunlardan birincisine "statü hakları", ikincisine ise "görev ve liyâkat hakları" diyebiliriz. Metinlerde açıkça geçsin geçmesin, uygulamada bu ayrım kaçınılmazdır. Meselâ hayat hakkı din, vatandaşlık, kültür farkına bakılmaksızın her insana -insan olduğu için- verilirken, seçme, seçilme, belli kamu görevlerine alınma hakları için insan olmak yetmemekte, insanın belli vasıflar elde etmiş bulunması aranmaktadır.

Soru:
2. Hak belirleme hakkı kime aittir?
Cevap:
Ferde ve topluma verilen haklar insanların fert ve toplum olarak menfaat ve ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamaktadır. Ancak menfaat ve ihtiyaçların çeliştiği, çatıştığı da bir gerçektir. Toplum veya bir gurup için menfaat (mesâlih) olan bir şey, fert veya başka bir gurup için zarar (mefâsid) olabilir. Eğer haklar ve menfaatler, fertlerin ve gurupların istek ve arzularına göre verilirse çatışma, dengesizlik ve haksızlık kaçınılmaz olur. "Eğer hak, onların arzularına tâbi olsaydı gökler yer ve buralarda bulunanların düzenleri bozulur, altüst olurdu." (Mü'minûn: 23/71). "Beşerî arzularını (hevâsını) tanrı edinmiş ve (böylece) Allah'ın kendisini saptırmış bulunduğu kimseyi doğrunun bilgisine sahip mi görüyorsun!" (Câsiye: 45/23). Bu sebeple Allah Teâlâ hakları, insanların beşerî arzularına, şahsî menfaatlerine göre değil, adâlet ve denge prensiplerine göre -bizzat kendisi- tevzî etmiştir; bunu yaparken insanlara hakkın az, yetersiz, buna karşı yükümlülüğün ağır ve sıkıcı gelmesine değil, fert ve toplum hayatının denge ve düzen içinde yürümesine bakmıştır (Şâtıbî, el-Muvâfekât, 39, 40, 179).
Ferdiyetçi düşünce ve sistemler ferdin hak ve hürriyetlerine öncelik vermişler, bu konudaki aşırılık; "bencillik, sömürü ve anarşi" doğurmuştur. Toplumcu ve devletçi düşünceler, sistemler ise sömürü ve anarşiyi önleyelim derken ferdin hürriyet ve kişiliğini yok etmiş, insanı madde boyutuna hapsetmişledir. Bu aşırı ve karşıt düşünceler, uygulamalar birbirine tesir etmiş, tez, antitez, sentez sürecinde ortaya, önce siyâsî ve hukukî, sonra iktisâdî ve sosyal yönleriyle "insan hakları" kavramı, ve düzenlemeleri çıkmıştır.
İslâm'ı, aşırı ferdiyetçi veya toplumcu sistemlerden birinin içine koymak mümkün değildir. İslâm ferd-devlet (ve toplum) ilişkilerinde dengeyi öngören, şahsiyetçi bir sistem oluşturmuştur.

Soru:
3. Gelenekler ya da yürürlükteki sistem hakkı teslim edememe konusunda yeterli bir mazeret özelliği taşır m?
Cevap:
İlgili âyetlere ve hadislere göre müslümanlar kardeştir, birbirine kenetlenmiş yapı taşlar gibidir, bir vücudun, bir yeri ağrıyınca diğer yerleri de rahatsız olan organlar gibidir, bir gemide yolculuk eden, birileri gemiye zarar vermeye kalkışınca bunu önlemezlerse hepsi birden batacak olan yolcular gibidir, toplumun fertleri birbirine ne doğrudan, ne de misilleme olarak zarar verebilirler...
Toplumda iyiliği (ma'rûfu) emretmek ve yaşamak, kötülüğü (münkeri) menetmek ve ortadan kaldırmak, fert, toplum ve devlet olarak müslümanların vazifesidir ve İslâm'ın ictimâî bir şiarıdır (alametidir). Kur'ân-ı Kerîm bu vazifeden kaçınmayı, ictimâî sorumluluktan kaçma, isyan ve hakkı çiğneme olarak vasıflandırmış, böyle yapan toplumların acı akıbetlerinden söz etmiştir (Mâide: 5/78-80).
İman ve ibâdet sırf Allah'ın kulları arasındaki hakkı olduğu gibi, insanlar arası veya insan-eşya arası ilişkilerde söz konusu olan hak ve borçlarda da Allah'ın hakkı vardır. Bunlardan sırf kula ait olan hakları -ki bunlara da Allah verdiği için kul sahip olmuştur- alıp almamakta insan serbest olabilir (Meselâ bir insan, diğerindeki alacağından vazgeçebilir). Başkasının ve toplumun kişi üzerindeki veya kişinin toplum üzerindeki hakları aynı zamanda Allah hakkı olduğu için borçlunun onlara riâyet konusunda serbestliği yoktur (Şâtıbî, 179-180). Böylece topluma karşı ferdin, ferde karşı toplumun hakları ilâhi hukukun koruması altına alınmış olmaktadır.
İnsanlara ait ödev ve yükümlülüklerin bir kısmı ferdîdir, teker teker kişilere aittir (aynî farz), bir kısmı da topluma bırakılmış, birilerinin yapması istenmiştir (kifâî farz). Bir toplumun, ilâhî muradı gerçekleştirme, yaratılış hikmetleri doğrultusunda gelişme için muhtaç oldukları her âlet, kurum, kuruluş, faaliyet, düzenleme... -ferdin yükümlülüğü dışına taşınca- ikinci neviden yükümlülük olur. İslâm toplumunda her ferd, bu yükümlülüğün toplumda yerine getirilip getirilmediğini kontrol ve takip etmek durumundadır; çünkü getirilmediği zaman (ülkede doyurulmayan aç, giydirilmeyen çıplak, tedâvî edilmeyen hasta, eğitim ve öğretim verilmeyen insan, savunulmayan sınır, önlenmeyen haksızlık, tepki görmeyen ahlâksızlık ve hayâsızlık, yolsuzluk, susuzluk... bulunduğu müddetçe) bütün fertler bundan teker teker (aynî farz gibi) sorumlu hale gelmektedirler( Şâtıbî, 176-180).

Soru:
4. Basit anlamda hak nitelemelerini yapmak mecburiyeti pratik bir zorunluluktur. İnsanlar bu konularda nasıl karar vermelidirler? "Yani falan konuda ki hak nedir?" in cevabını nasıl bulmalılar?
Cevap:
Bir hakkı tanımlama ve belirleme konusunda ya bir nas (âyet ve hadis) vardır veya yoktur. Nassın bulunması halinde, aksine bir zorunluluk bulunmadıkça hak bellidir, buna uyulacak, hak yerine getirilecektir. Nassın bulunmaması durumunda ictihad (nasların genel veya emsal hükümleri ve irşadları doğrultusunda düşünmek) örf, teâmül devreye girer; hak bu kaynaklara dayanılarak belirlenir.

Soru:
5. Her hangi bir konuda hakkı aramak ne kadar bir yükümlülüktür?
Cevap:
Bu sorunun cevabı yukarıda verilmiştir.

Soru:
6. İnsan ve haksızlık ilişkisi nasıl kurulmalıdır?
Cevap:
Hakkı ve haklılığı belirleyen kaynak ve usul 4. sorunun cevabında açıklanmıştır. Bu usule göre haklı olmayan haksızdır; hak ve haklılık iddia eden bunu, bağlayıcı ve objektif delillere (kaynaklara) dayanarak ispat etmek durumundadır.

Soru:
7. Hak olduğunu zannettiğimiz şeylerin hak olmadığını öğrendiğimizde nasıl bir tavır takınmak gerekir?
Cevap:
Öğrendiğimiz andan itibaren hak olmayan şeyi talep etmemek gerekir. Daha önce hak olmadığı halde alınmış, yararlanılmış, kullanılmış olan mal ve hizmetler hak sahibine iade veya tazmin edilmelidir. Hak sahibi bilinemez veya bulunamaz ise onun adına yoksullara dağıtılmalıdır.

Soru:
8. Bir kısım mecburiyetler hak belirleme referansımızı makamından kaydırırsa sorumluluk boyutumuz ne olur?
Cevap:
İslam'ı bir hukuk referansı olarak kabul etmeyen sistemlerin hakim olduğu yerlerde yaşayan müslümanlar işlerini, mecbur kaldıkları sürece mevcut (İslam'a aykırı) mevzuata göre yürütürler. İş tamamlandıktan sonra hakkın taraflar arasında İslam'a göre hak alış-verişi yapılır, haklar ve borçlar ödenir.

Soru:
9. İş hayatındaki hakları kim belirler? Piyasa m? Patron mu? İşçi mi? Uluslar arası kuruluşlar m? Naslar m? Mer'i hukuk mu? Karşılıklı akitler mi? Ya da başka bir erk mi?
Cevap:
Bu sorunun da cevabı yukarıda verilmiş oldu.

Soru:
10. Büyük hak - küçük hak diye ayırım yapmak doğru mudur? İhlal açısından farklar var mıdır?
Cevap:
Günahlar büyük ve küçük diye ikiye ayrılmıştır. Hak ihlali de bir günah olduğuna göre onun da büyüğü ve küçüğü olur. Küçük günah (haksızlık), "önemsiz, ihlal edilmesi caiz, müeyyidesiz..." demek değildir. Küçük günah, verdiği maddi ve/veya manevi zarar bakımından büyüğe nisbetle küçüktür; ama o da günahtır ve terkedilmesi gerekir. Ceza bakımından da büyük ile küçük haksızlık arasında fark vardır; ancak her ikisinin de cezasının bulunduğu unutulmamalıdır.

Soru:
11. Hakkaniyet konusunda son olarak söylemek istedikleriniz neler olabilir?
Cevap:
"İslâm'da yaratma, emir ve hüküm Allah'a ait bulunduğu için "emir ve hüküm" çerçevesine giren "hak ve vazife" belirleme işi de Allah'a aittir. Hak ve vazifeyi belirleme işini bir fert veya zümre, yahut da toplum yerine Allah'ın üzerine almış bulunması, bir tarafa öncelik ve ağırlık verilerek diğer tarafın ezilmesini, haksızlığa uğramasını önlemektedir. Adâlet ve hakkaniyet, herkese hakkını vermek, dengeyi sağlamaktır. Allah Teâlâ haksızlığı kendine de kullarına da haram kılmış ve pek çok âyette adâleti ve hakkaniyete riayet etmeyi emretmiştir.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Önceki Soru | Sonraki Soru | Bütün Sorular | Bütün Konular |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: