HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


Mevdûdî-Nedvî ilişkisi (2)

Nedvî, Mevdûdî'nin kitapları hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:

"Onun kitapları, Batı uygarlığının tabiatını, hayat felsefesini ortaya koyup ilmî bir tahlile tabi tutmaya yönelmiş ve bunu da yakın zamanlarda benzeri görülmeyen bir mükemmellikte başarmıştır. Aynı zamanda İslam'ı, onun hayat düzenini, medeniyetinin dayanaklarını, hikmetlerini, hayatı ve toplumu nasıl yapılandırdığını, beşer kervanının yürüyüşüne nasıl yön verdiğini şu özellikler içinde ortaya koymuştur: İlmî ve sağlam bir üslub, bilim çağı ve okumuş neslin psikolojisine uygun çağdaş bir dil. Bu kitaplar çağdaş İslam edebiyatında uzun zamandan beri mevcut bir boşluğu doldurmuştur. Bu eserler İslam'ı ve Müslümanları hak ettikleri şeref burcuna yükseltmek; dinamikleri, vazifesi, dini, kişiliği ile aziz olan toplumlarını ve devletlerini, önce İslam dünyasında, sonra da bütün dünyada kurmak isteyen, bunu amaç edinmiş olan gençlerin kafa ve gönüllerindeki açlığı doyurmuştur." (Aynı mealde ifadeler için bak. Se-Sırâ, s. 103-105).

Mevdûdî yepyeni bir İslamî devlet kurmayı hedefleyen Hindistanlı Müslümanların başında Pakistan'ın kuruluşuna katılmış, Nedvî ise kalabalık da olsalar Hindulara nispetle azınlıkta oldukları için Müslümanların, siyasi olarak ülkeye hakim olmaları mümkün olmayan şartlar içinde Hindistan'da kalmayı tercih etmişti. Her iki liderin ıslahat yaklaşımlarının farklı olmasını biraz da bu şartlara bağlı olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu ictihad farkına rağmen Nedvî, İkbal'in düşünce ve cihadını anlatırken Pakistan devleti düşüncesine övgülerde bulunuyor, bu ülkenin "örnek İslam düzeni" için bir laboratuar olmasının istendiğini, bu yüce davayı gerçekleştirmenin ona iman etmiş himmet ve gayret sahibi insanlara muhtaç olduğunu, ne yazık ki devlet kurulduktan sonra işte böyle insanlara sahip olamadığı için projenin başarıya ulaşamadığını kaydediyor (es-Sırâ, s. 99 vd.).

Nedvî Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilafları büyük gönlü, tatlı üslubu, müsbet etkisi ile tatlıya bağlar, en uygun şekilde çözerdi. Onun işi yıkmak değil, yapmaktı, ayırmak ve dışlamak değil, birleştirmek ve kuşatmaktı.

Mesela tasavvuf konusunun Selefîler ile diğerleri arasında nasıl büyük bir bölünme, kavga, düşmanca tavır alma sebebi olduğunu biliyoruz. Bu konuyu "Rabbâniyye lâ rehbâniyye" isimli kitabında ele aldı, problemin muhtevada değil, dilde olduğunu, kullanılan terimlerin yanlış anlamalara sebep olduğunu, mesela "tasavvuf" terimi yerine "tezkiye" veya "ihsan" terimi kullanılsa taraflar arasında ittifak oluşabileceğini anlattı.

Mesela sahâbe hakkında ikiye bölünen ümmetin ihtilafını munsif bir alim yaklaşımı ve üslubuyla "Sûretâni mütezâddân" isimli kitabında ele aldı. Şî'a'nın, en büyük ashaba dil uzatan yaklaşım ve anlayışını, Peygamber merkezli bir güçlü delile dayanarak reddetti. Üstad'a göre eğer bu büyük ashab, Şî'anın tasvir ettiği gibi olsaydı Peygamberimiz'in (s.a.) eğitimi boşa gitmiş, en yakın ashabı bile yola getirememiş, kemale erdirememiş olacaktı. Peygamber'e iman, Peygamber Efendimiz'in (s.a.) insanları ıslah etmede görülen mucizevi tesiri ancak sünnî dünyanın sahabe anlayışına uygun düşebilirdi.

Bu iki örnekte görüldüğü gibi Üstad, ümmet arasında ihtilaf konusu olmuş meselelere ilmî ve dînî deliller ile çözüm arıyor, bir tarafı tutup diğer tarafa atarak ayrılık ateşini körüklemek yerine, araya girerek, akıl ve gönülleri ikna ederek ümmet bütünlüğünü yeniden gerçekleştirmeye çalışıyordu.

Nedvî fikirde, ictimai, siyasi düzende, eğitim ve öğretimde... ıslahatı cemiyet, cemaat, parti kurarak gerçekleştirmek isteyenlere karşı çıkmamakla beraber bu yolu tercih etmemiştir. El-İhvanu'l-muslimûn, el-Cemâ'atu'l-islamiyye, Cemâ'atu't-teblîğ gibi kuruluşlarda bir zaman çalışmış, her zaman onlara dostça davranmış, gerektiğinde tenkit etmiş, ancak İslâmî hizmet için bu yolun, bu yöntemin zaruri ve farz olduğunu kabul etmemiştir.

Nedvî'nin ıslahında öncelik verdiği "iman"dan maksadı yalnızca bir zihnî kabulden ve vicdandaki kanaatten ibaret değildir; onun imanı, düşünce, duygu ve eğilimleri içine alan bir alandır. Bu sebepledir ki, kitaplarında İslam'a zıt düşünce, eğilim ve hareketlere; bu meyanda Batıcılık, Kadıyanîlik ve ırkçılığa karşı çıkmış ve bunu "imanda ıslahat"ın kısımları olarak değerlendirmiştir.

Nedvî, "Menhecun Efdal..." isimli kitabında kendi tercih ettiği ıslah ve tecdid yöntemini, İmam-Rabbânî örneğinden hareketle açıklamaktadır:

...Hindistan gibi İslam'ın yerleştiği, büyük insanların gelip geçtiği bir ülkenin halkı da İslam'ı terk mi edeceklerdi? Tabii bu mümkün değildi, ama bu dava bir önder gerektiriyordu. Onu da kamil manada buldu: Ahmed b. Abdulahad el-Umerî es-Serhendî (İmam-ı Rabbânî).

(Devamı olacak)

18.02.2016



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: