HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |


Hak ve vazife kavramları üzerine

İnsan için söz konusu olan haklar “Kanunla korunan yetkiler” şeklinde tanımlanmıştır. Bu genel tanımlamaya İslâmî açıdan bir kayıt ekleyerek tarifi şöyle yapabiliriz: “Dinî delillere dayalı (kanunlarla) korunan yetkiler.”

Uygulama ve gerçekleri göz önüne alarak hakları iki gruba ayırmak gerekir:
a) İnsan olduğu için insana verilen haklar,
b) İrade ve çabasıyla belli vasıfları kazandığı için insana verilen haklar.
Bunlardan birincisine “statü hakları”, ikincisine ise “görev ve liyâkat hakları” diyebiliriz.

Metinlerde açıkça geçsin geçmesin, uygulamada bu ayırım kaçınılmazdır. Meselâ hayat hakkı din, vatandaşlık, kültür farkına bakılmaksızın her insana verilirken, seçme, seçilme, belli kamu görevlerine alınma hakları için insan olmak yetmemekte, insanın belli vasıfları elde etmiş bulunması aranmaktadır.

Ferde ve topluma verilen haklar insanların fert ve toplum olarak menfaat ve ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamaktadır. Ancak menfaat ve ihtiyaçların çeliştiği, çatıştığı da bir gerçektir. Toplum veya bir gurup için mesâlih (faydalı) olan bir şey, fert veya başka bir gurup için zararlı olabilir. Eğer haklar ve menfaatler, fertlerin ve gurupların istek ve arzularına göre verilirse çatışma, dengesizlik ve haksızlık kaçınılmaz olur.

“Eğer hak, onların arzularına tâbi olsaydı gökler yer ve buralarda bulunanların düzenleri bozulur, altüst olurdu.” (Mü’minûn, 23/71)
“Beşerî arzularını tanrı edinmiş ve böylece Allah’ın kendisini saptırmış bulunduğu kimseyi doğrunun bilgisine sahip mi görüyorsun!” (Câsiye, 45/23)

Bu sebeple İslam hakları, insanların beşerî arzularına, şahsî menfaatlerine göre değil, adâlet ve denge prensiplerine göre bizzat kendisi tevzî etmiştir; bunu yaparken insanlara hakkın az, yetersiz, buna karşı yükümlülüğün ağır ve sıkıcı gelmesine değil, fert ve toplum hayatının denge ve düzen içinde yürümesine bakmıştır (Şâtıbî, el-Muvâfekât, II, 39, 40, 179).

Ferdiyetçi düşünce ve sistemler ferdin hak ve hürriyetlerine öncelik vermişler, bu konudaki aşırılık; “bencillik, sömürü ve anarşi” doğurmuştur. Toplumcu, devletçi düşünceler ve sistemler ise sömürü ve anarşiyi önleyelim derken ferdin hürriyet ve kişiliğini yok etmiş, insanı madde boyutuna hapsetmişlerdir. Bu aşırı ve karşıt düşünceler, uygulamalar biribirine tesir etmiş, tez, antitez, sentez sürecinde ortaya, önce siyâsî ve hukukî, sonra iktisâdî ve sosyal yönleriyle “insan hakları” kavramı ve düzenlemleri çıkmıştır.

İslâm’ı, aşırı ferdiyetçi veya toplumcu sistemlerden birinin içine koymak mümkün değildir. İslâm ferd-devlet ilişkilerinde dengeyi öngören, şahsiyetçi bir sistem oluşturmuştur.

İlgili âyetlere ve hadislere göre müslümanlar kardeştir, birbirine kenetlenmiş yapı taşları gibidir, bir vücudun, bir yeri ağrıyınca diğer yerleri de rahatsız olan organları gibidir, bir gemide yolculuk eden, birileri gemiye zarar vermeye kalkışınca bunu önlemezlerse hepsi birden batacak olan yolcular gibidir, toplumun fertleri birbirine ne doğrudan, ne de misilleme olarak zarar verebilirler...

Toplumda iyiliği emretmek ve yaşamak, kötülüğü menetmek ve ortadan kaldırmak, fert, toplum ve devlet olarak müslümanların vazifesidir ve İslâm’ın ictimâî bir alametidir. Kur’ân-ı Kerîm bu vazifeden kaçınmayı, ictimâî sorumluluktan kaçma, isyan ve hakkı çiğneme olarak vasıflandırmış, böyle yapan toplumların acı akıbetlerinden söz etmiştir (Mâide, 5/78-80).

İman ve ibâdet sırf Allah’ın kulları arasındaki hakkı olduğu gibi, insanlar arası veya insan-eşya arası ilişkilerde söz konusu olan hak ve borçlarda da Allah’ın hakkı vardır. Bunlardan sırf kula ait olan hakları alıp almamakta insan serbest olabilir. Meselâ bir insan, diğerindeki alacağından vazgeçebilir. Başkasının ve toplumun kişi üzerindeki veya kişinin toplum üzerindeki hakları aynı zamanda Allah hakkı olduğu için borçlunun onlara riâyet konusunda serbestliği yoktur (Şâtıbî, age, II, 179-180).

Böylece topluma karşı ferdin, ferde karşı toplumun hakları ilâhi hukukun koruması altına alınmış olmaktadır.

(Konuya devam edeceğim)

18.12.2014



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Önceki Makale | Sonraki Makale | Makale Listesi |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: