HayrettinKaraman.net
Mobil - Metin Versiyonu

[Facebook] - [Twitter] - [YouTube] - [instagram]

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git

Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |


II. Sigorta akdinin İslâm dünyasına girmesi ve İbn Âbidîn'in bu mevzûda yaptığı ilk tetkik:
Muâsır İslâm hukukçularından önceki nesil içinde, Hanefî mezhebinde, Tenvîru'l-ebsâr şerhi ed-Dürru'l muhtâr üzerine Raddu'l-muhtâr isimli hâşiyeyi yazan, allâme Muhammed b. Âbidîn'den başka herhangi bir mezhep fâkihinin, sigorta akdinin İslâmî hükmünü tesbit için araştırma yaptığını bilmiyoruz. Çünkü sigorta usûlü hicrî on üçüncü asra kadar şark memleketlerinde bilinmiyordu. Bu asırda, Avrupa sınâî kalkınmasına paralel olarak, Doğu ile Batı arasındaki ticârî bağ kuvvetlendi. Bu arada, ithalât akitlerini yapmak üzere; memleketimizde oturan yabancı ticaret temsilcileri vâsıtasiyle Avrupa'dan ithal edilen malların sigorta edilmesi yoluyla, bu müessese İslâm dünyasına girmiş oldu. Bu temsilciler, ithal edilecek mallar üzerine yapılan deniz sigortasından başlayarak, sigorta akdini bize getirmiş oldular.
Allâme İbn Âbidîn, bugün de halk arasında yaygın olan 1 sigorta ismini verdiği bu akit üzerine inceleme parantezini, oldukça uzak bir münasebet içinde açmış ve bunu Kitâbu'l-cihâd'ın "müşte'men" bâbında zikretmiştir. Burada zikretmesinin sebebi, yabancı ticaret mümessillerinin müste'men olarak İslâm ülkesine girmeleri ve ticârî bağlantılarını sigortalı olarak yapmalarıdır. İbn Âbidîn'in, Raddü'l- muhtâr'ın (el- Emîriyye, 1. B., c. III, s. 249) müste'men bâbının ikinci faslında, İman Muhammed'in Siyer'inin şerhinden, müste'menler (arada anlaşma bulunmayan yabancı ülkelerden İslâm ülkesine, devletin izni ile ve geçici olarak giren yabancılar) 2 hakkında olmak üzere naklettiği ifadenin özeti şudur: "İslâm ülkesinde bulundukları müddetçe müste'menlere yardımcı olmak devletin vazifesidir. İslâm yurdunda Müslümanlar, müste'menler ile, ancak diğer Müslümanlarla aralarında yapmaları câiz olan akitleri yapabilirler. Beyt-i Makdis'i ziyâret edenlerden alınması mu'tâd olan meblâğ kabilinden dahi olsa- hukuken borçlu olmadığı- bir şeyi müste'menden almak da câiz değildir."
Bundan sonra şöyle diyor: " Anlattığımız husûslar, zamanımızda sık sık sorulan bir meseleye de açık cevap getirmiş oluyor. Mesele şudur: Âdete göre tâcirler düşman yurdunun vatandaşından (harbîden) bir nakil vâsıtası kiraladıkları zaman, hem kira bedelini veriyorlar, hem de kendi memleketlerinde oturan bir harbî adama muayyen bir meblâğ ödüyorlar ki buna "sigorta" deniyor. Bunun üzerine vâsıtaya yüklenen mal yangın, batma, yağma ve benzeri bir sebeple zarara uğrarsa, o adam, aldığı mal (prim) karşılığında zararı tazmin ediyor. O adamın, İslâm ülkesinin sahil şehirlerinde, devletin izniyle müste'men olarak oturan ve tâcirlerden sigorta primini alan bir temsilcisi bulunuyor. Denizde tâcirlerin malı helâk olursa; mezkûr mümessil bedelinin tamamını sahiplerine ödüyor. Kanâatime göre tâcirin, kaybolan malının bedelini alması helâl olmaz; çünkü bu, borçlu olmadığı bir şeyi borçlanmak kabilindendir..."
İbn Âbidîn meseleyi incelerken "çünkü bu borcu olmayan şeyi borçlanmak kabilindendir" diyor; bundan maksadı şudur: Sigorta sahibi diye isimlendirdiği sigortacı bu akdi yapmakla, malı helâk olduğu takdirde tâcire bedelini ödemeyi borçlanmış oluyor; halbuki İslâm hukuku ona bu bedeli ödemeyi borç kılmamıştır; şu halde onu alması câiz değildir; çünkü daha önce de açıklandığı üzere, Beyt-i Makdis'i ziyaret edenlerden alındığı gibi, âdet haline gelmiş olsa dahi, hukuken borçlu olmadığı bir şeyi İslâm ülkesinde müste'menden almak câiz değildir.
İbn Âbidîn'in, sigortacıdan, tazmînât almanın câiz olmadığı görüşünü dayandırdığı esas bundan ibarettir. Bunun da mesnedi şudur: Sigortacı bu akit ile borçlu olmadığı bir şeyi borçlanmaktadır. Aslında o kendisine bir şey emânet bırakılan (vedî), bir şeyi iğreti (âriyet) olarak olan (müsteîr) ve bir şeyi kiralayan (müste'cir) gibidir. Bunların korumada kusuru veya zarara bilerek sebep olmaları gibi bir durum bulunmadığı halde, bırakılan, iğreti veya kiralanmış mal kazâ- kader icabı helâk olduğu takdirde ödemeleri şartı akde konsa- Hanefî mezhebi esaslarına göre- bu şart borçlu kılmaz ve onlardan bu tazmînâtı almak câiz olmaz.
Sonra İbn Âbidîn, câiz olmadığı şeklinde açıkladığı görüşü üzerine, Hanefî mezhebinde açıkça yer almış, iki mesele ileri sürüyor ki, her ikisine de kıyasla sigorta tazmînâtının câiz olması gerekiyor. Bunlar:
1. Ücretle emânetçilik eden kimse, (vedi') helâk olduğu takdirde emâneti (vedîayı) öder.
2. Hanefî fahîhlerin, kafâlet kitâbında hasseten zikrettikleri yol tehlikesine bağlı tazmînât meselesi ki, buna göre bir kimse diğerine: "Bu yoldan git; çünkü emindir, tehlike yoktur, eğer malın elinden alınırsa ben öderim" dese, bu yoldan giden muhâtabının zâyî olan malını öder. Hanefî fukahası bu hükme dayanak olarak şöyle diyorlar: Bu söz, ödeme taahhüdü ile beraber yanıltarak tehlikeye marûz bırakma mahiyetindedir; bundan dolayı da yanıltanın, zarara uğrayana ödeme yapması gerekir.
İbn Âbidin bu iki meseleden ikincisine "bununla sigorta arasında, birbirine kıyas edilmelerine mânî fark vardır" cevabını veriyor ve uzun uzadıya iknâ etmeyen şeyler söylüyor.
İbn Âbidin, sigorta sahibi dediği sigortacı ile yapılan sigorta akdinin, İslâm ülkesinde yapılması ile düşman ülkesinde yapılması durumlarını birbirinden ayırıyor. İbn Âbidin'e göre tazmînât almanın câiz olmaması; ancak sigorta akdinin, İslâmî hükümlerin tatbik edildiği İslâm ülkesinde yapılmış olmasına bağlıdır. Eğer sigorta akdi düşman ülkesinde (dâru'l-harbde) yapılmış olur da sigorta sahibi, İslâm ülkesinde oturan tâcire, zâyî olan malının bedelini gönderirse, bu takdirde onu almak helâldir. Çünkü bu, aldatma ve hıyânet bulunmaksızın harbînin malını, rızâsı ile almaktan ibârettir. İslâm ülkesinde yapılmış fâsit bir akit değildir ki, bizim hükümlerimize tâbi olsun.
İbn Âbidin'in, sigorta akdi mevzûundaki görüşünün özeti bundan ibarettir.


1. Arap memleketlerinde halkın kullandığı sigorta kelimesi Fransızca " securité" kelimesinden gelir. Mânâsı: emniyet ve güvenliktir; bir müddet sigorta mânâsında da kullanılmıştır. Ancak mezkûr akit için Fransızcada hukukî ıstılâh hâline gelen kelime " assurance" olup mânâsı: emniyet ve güvenlik vermek, emin kılmaktır.
2. Geniş bilgi için bak. Diyânet Dergisi. C. 14, Sa. 3, s. 136; H. Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, İst. 1978, s. 271 (Çeviren).



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

 
Bu Kitapta: Önceki Başlık | Sonraki Başlık | İçindekiler |

Ana Sayfa | Hakkında | Makaleler | Kitaplar | Soru Konuları | Soru Listesi | Konuşmalar | Şiirler | Besteler | İndeks | Rastgele Oku | Yeniler | Geri Git | İleri Git



   


BULUNDUĞUNUZ SAYFAYI AŞAĞIDAKİ ARAÇLARLA KULLANABİLİRSİNİZ: